Makedonya’da geleneksel yöntemlerle köyde arıcılık yapan Hatice Muratova’yı merkeze alan iki dalda Oscar adayı belgesel “Honeyland / Bal Ülkesi”, Türkiye’de 31 Ocak’ta gösterime girdi. Filmi görüntü yönetmenlerinden Samir Ljuma ile konuştuk...
Tamara Kotevska ve Ljubomir Stefanov’un yönettiği Makedonya yapımı belgesel “Bal Ülkesi / Honeyland”, 9 Şubat’ta sahiplerini bulacak 92. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film hem de En iyi Belgesel dalında Oscar adayı olarak benzeri ender bir başarıya imza attı.
Sundance Film Festivali’nde gösterildiğinden beri ünü yayılan ve Türkiye’de 31 Ocak’ta gösterime giren film, güncel çevre sorunlarına merkeze aldığı karakter üzerinden bakıyor.
Makedonya’da bir köyde annesiyle yaşayan ve geleneksel yöntemlerle arıcılık yapan Hatice Muratova’nın “Honeyland”de şahit olunan yaşamı, insanların doğayla ilişkisinin unutulmuş ideal tablosunu hatırlatıyor.
Filmi görüntü yönetmenlerinden Samir Ljuma ile konuk olduğu 2. Ayvalık Film Festivali sırasında konuştuk.
Hatice Muratova’yı bulma süreciniz nasıl oldu?Proje çevreyle ilgili kısa film olarak başladı. Dört sinemacı olarak önceden de Birleşmiş Milletler için bir projede birlikte yer almıştık. Yönetmenler görsel açıdan daha etkileyici bir şeyin peşine düşmek istediler.
12 yıl önce Hatice’yi bulduğumuz köyde geleneksel olarak arıcılık yapıldığını duymuşlardı. O yüzden bu köye gittiler. Ama köy bomboştu. Aslında onlar bomboş olduğunu düşünüyordu çünkü Hatice ve annesi vardı.
Sonra arı kovanlarını buldular. Sonra da Hatice’yi... Ama Hatice’ye sorsanız, “Ben sizi buldum” der. Arılar bizi ona götürdü. Hatice de her zaman biri gelip filmimi çekecek diye düşünürmüş.
‘400 saatlik görüntü ’Onu bulduktan sonra proje nasıl ilerledi?Projeyi bitirmek için sadece üç ayımız vardı. Ama her çekimde Hatice bize arıcılığını nasıl yaptığıyla ilgili yeni bir şey anlatıyordu ama zaman yoktu. 3 ay erteledik. Çekimler iki yıl, kurgu bir yıl sürdü. 400 saatlik görüntü vardı elimizde. 100 gün çekim yaptık. Sinemacılar için ideal olmayan koşullarda...
Doğada çadırda uyumak umurumuzda değildi ama teknik nedenlerle üç dört günden uzun kalamıyorduk. Daha büyük bir ekip için bütçemiz, pilleri şarj edecek elektrik yoktu...
Hatice Muratova’ya tezat oluşturan diğer ailenin gelişi nasıl oldu?
Çekim için bir gün geldiğimizde onları gördük. Ama başta uzaktan gözlemledik. Onlar da bizden uzak duruyordu çünkü Hatice’yle bir tartışma yaşamışlardı; filmde gördüğünüzden farklı bir tartışma. Çocuklar bazen acımasızlaşıp taş filan atıyordu. Herhalde dikkatimizi çekmek istiyorlar deyip yaklaştığımızda kaçıyorlardı.
Yedi çocuklu bu aile çok ilgimizi çekse de, Hatice’yle araları bozuktu ve Hatice’yi kaybetmek istemedik. Zamanla belki bizim de varlığımız nedeniyle, Hatice çocuklarla bir bağ kurunca iletişime geçtik.
‘Hepimiz bir şey kattık’Bütçe sıkıntıları nedeniyle küçük ekiple çalışmanız da bu iletişimi kurmak için bir avantaja dönüştü mü?Kesinlikle. Mesela ses kayıtçımız yoktu. Bazı insanlar “Neden iki görüntü yönetmeni var” diyor. Halbuki biz dördümüz birlikte çalışmaya çok alışığız. “Honeyland”de girdiğimiz konu bence iki yönetmen, iki görüntü yönetmeni gerektiriyordu. Hepimiz farklı ve kişisel bir şeyler kattık.
‘Birlikte vakıf kuruyoruz’Muratova’nın hayatı nasıl değişti veya değişecek?Aslında korktuğumuz film unutulduğunda ne olacağı... Onun için eskiye dönmek çok zor olacak. Bu yüzden beş sinemacı olarak bir vakıf kuruyoruz. Eğitim üzerine yoğunlaşacağız. Hatice o köyde çocuklara bir çevre eğitimi versin istiyoruz. Köy bu şekilde biraz canlandığında daha mutlu ve rahat olacaklar diye düşünüyoruz. Hem de Hatice’nin değerleri başkalarına geçebilecek.
‘Sömürü düzeni devam ediyor’
Muratova’dan arıcılık konusunda neler öğrendiniz?
Çok şey. Mesela bazı arı kovanları balla doluyken, bazıları bomboştu. Hatice’ye sorduğumuzda “Bazı aileler zengin, bazıları fakirdir” dedi. Bu açıklama benim için paha biçilmezdi çünkü arılar aile gibi çalışıyor. Bize kendimizi korumamız konusunda da tavsiyeler verdi. Mesela siyah giymeyin, sarımsak yemeyin gibi. Diğer aileye de işi o öğretti. Diğer ailenin bazı insanların düşündüğü gibi filmin kötüleri olduğunu düşünmüyorum. Çok fakirler ve filmde yedi, şimdi sekiz çocukları var. Ancak böyle ayakta kalıyorlar. Güçlü birinin yani filmdeki alıcının baskısıyla onlara başka çıkış yolu kalmıyor. Yaşananlar kapitalizme bire bir denk düşüyor. Bir sömürü düzeni sürüyor.
‘İstediğimiz hikâye buydu’
İlk başladığınızda bunun çevre krizinin birebir küçük bir örneğine denk düşeceğini tahmin ediyor muydunuz?Her zaman anlatmak istediğimiz hikâye buydu. Ama elbette soru, “Nasıl olacak”tı. Aktörleriniz, senaryonuz olmadığında öngörülemez bir durum. Ama şanslıydık ki tam istediğimiz hikâyeyi yakaladık, kurgucunun da yardımıyla.