Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

66. Cannes Film Festivali, bu gece yapılacak ve sinemanın en prestijli ödüllerinden Altın Palmiye’nin sahibini bulacağı ödül töreniyle sonlanıyor. Cannes’ı sinemanın merkezi haline getiren 12 günün nasıl geçtiğini bir film şeridi gibi hatırlayalım

Altın Palmiye kime gidecek

Jüri başkanı Steven Spielberg, bakalım bu gece kimlerin yüzünü güldürecek?

Bu yıl Steven Spielberg başkanlığındaki jürinin, hangi yönetmene bu büyük onuru layık göreceği muhabbetlerin bir numaralı gündem maddesi. 66’ncı kez düzenlenen, tüm dünyada sinema takipçilerinin gözünü 12 gün boyunca Güney Fransa’ya çeviren ve Cannes sokaklarının resmi kıyafetini smokin ve gece elbisesi haline getiren festival, ilginç seçimlerle mi, yoksa güvenli tercihlerle mi hatırlanacak bu akşam göreceğiz.
Bu yazı yayına hazırlandığı sırada festival organizatörlerinin, herhalde insanların erken dönmesini engellemek için cumartesi gününe yerleştirdikleri iki yıldız yönetmenin Roman Polanski ve Jim Jarmusch’un filmlerinin henüz görücüye çıkmadığını belirtelim.

Spielberg’ün ahlak duvarı
Herkesin günlerdir konuşmalarında oynadığı oyuna “Steven Spielberg olmak” veya “Steven Spielberg gibi düşünmek” diyebiliriz. Spielberg’ün Ang Lee, Nicole Kidman ve Romen yönetmen Cristian Mungiu’nin aralarında olduğu jüriye ağırlığını koyacak bir yönetmen olduğunu varsayarak, beğeni toplamasına rağmen Spielberg’ün seçimi olamayacak filmleri sıralayalım. Jim Jarmusch’un “Only Lovers Left Alive”ını market gösteriminde görüp çok beğenenler yönetmenin her zamanki ‘cool’luğundan ödün vermediğinin altını çiziyor. Her zamanki cool’luğunda bir Jarmusch, Spielberg’e pek uymaz. Fransa sinemasının önemli temsilcilerinden François Ozon’un ergenlik bunalımını fahişelik yaparak atlatan genç kızı konu alan filmi “Jeune & Jolie” herhalde Spielberg’ün yüreğine indirmiştir, keza ödüllendirilmeyecektir. Lezbiyen çifti konu alan Abdellatif Kechiche filmi “La vie d’Adele”e herkes bayıldı ama konusu itibariyle Spielberg’ün ‘ahlak duvarı’na çarpma olasılığı yüksek.

Altın Palmiye kime gidecek

Beğenilen filmlerden geriye ne kaldı dersek, Aşgar Farhadi’nin “The Past”i, önceki filmi “Bir Ayrılık” kadar etkileyici olmasa da, dört dörtlük bir film ve belki büyük, belki küçük bir ödülle sahneye çıkabilir. James Gray’in “The Immigrant”ı düzgün bir klasik hikaye anlatımı örneği. Aynı zamanda Spielberg’ün inandığı sinemaya pek yakın duruyor. Steven Soderbergh’in
şov adamı Liberace’ın hayatının bir bölümünü anlattığı “Behind the Candelabra”sı televizyon filminden hallice ama Michael Douglas’a erkek oyuncu ödülü kazandırabilir. Son olarak Japon sinemasının ünlü temsilcilerinden Hirokazu Koreeda’nın “Like Father Like Son” adlı aile filmi klişe tabirle ‘kalpleri yumuşatan’ bir film ve tam Spielberg’ün kumaşı. Alexander Payne’nin siyah-beyaz filmi “Nebraska” da sevilen bir yol filmi oldu, herkesi ağlattı, ödül alabilir.
Perdeyi şiddetle kaplayan filmlere gelirsek, Meksika filmi “Heli” ve yine şiddet sineması örneği Cannes’da az sayıda kişinin sevdiği “Only God Forgives”i sahnede görme olasılığımız düşük. Ancak “A Touch of Sin”de şiddeti Çin’in toplumsal bir portresini çizmek için çok dozunda kullanan Jia Zhangke’nin ödül şansı var.

Coen Biraderler gönüllerin şampiyonu
Altın Palmiye kime gidecek

Herhalde tüm Cannes katılımcılarından oluşan bir jüri olsaydı Altın Palmiye kararı oldukça hızlı verilirdi. İstisnasız herkesin gönlünü fetheden film, Coen Biraderler’in 1960’ların folk sahnesine baktıkları yapımı “Inside Llewyn Davis” oldu. Bob Dylan’ın folk müzikte devleşmeye başlamadan önceki dönemi Llewyn Davis adlı parasız, başarısız, müzikteki ortağını kaybetmiş bir müzisyen üzerinden anlatan film, bildik eksantrik Coen karakterleri ile gönüllerin şampiyonu oldu. Ancak Coen’ler, Spielberg gibi bir formül sinemacısını da fethetmişler midir? Sanmıyoruz ama başroldeki Oscar Isaac’in adını Oscar yarışında çok duyacaksınız diyebiliriz.
“Ödül tahminleri tutmamak için yapılır” uyarısını es geçmeyelim ve bu yılın Cannes Film Festivali’nin en iyi yıllarından biri olmadığını söyleyelim. Tabii ki Cannes bir kez daha önümüzdeki sezonun gündeminin büyük bölümünü belirledi, orası kesin.

Haberin Devamı

Bu yılın oyuncu yıldızları

Haberin Devamı

Tahar Rahim
Üç yıl önce “Yeraltı Peygamberi”yle Cannes’dan En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazanan Rahim, bu yıl yer aldığı iki filmle dikkat çekti. Cezayir asıllı oyuncu, Aşgar Farhadi’nin “The Past”inde ana karakterlerden birini canlandırıyordu. Ama asıl şovunu bir nükleer santralde çalışan bir genci canlandırdığı “Grand Central”da yaptı. 31 yaşındaki Rahim’in Avrupa sinemasının en çok tercih edilen aktörlerinden birine dönüştüğüne şüphe yok.

Carey MullIgan
“An EducatIon / Aşk Dersi” ile Oscar adayı olan Mulligan, Cannes’da iki filmle boy gösterdi. İlki festivalin açılışını yapan “Muhteşem Gatsby”ydi. Daisy rolünde ilk gün karşımıza çıkan Mulligan, Coen Biraderler’in “Inside Llewyn Davis”ndeki şirretler şirreti folk şarkıcısı rolüyle kısa ama unutulmayacak bir performans sundu.

MarIon CotIllard
Cannes’da iki yeni filmle karşımıza çıkan Cotillard, dil kabiliyetinin simgesi oldu. Oscar’lı Fransız aktris, Guillaume Canet’nin yönettiği “Blood Ties”da İtalyan fahişe rolündeydi. Ama asıl başrolü ana yarışmada bulunan “The Immigrant”taki Polonya göçmeni Ewa’ydı. Film için aksansız Lehçe konuşan Cotillard’a Ewa performansının Cannes’dan ödül getirmesi kimseyi şaşırtmaz.

MarIne Vacth
FrançoIs Ozon’un “Jeune & Jolie”sinde filmin adından hareketle söylersek, ‘genç ve güzel’ bir kızı canlandıran model kökenli Vacth, bir anda Cannes’ın gündemine oturdu. Filmdeki karizmatik ve gizemli halleri Vacht’ı, “Avrupa sinemasında yeni bir yıldız doğuyor” manşetlerinin öznesi haline getirdi.

Lea Seydoux
“Grand Central”da Cannes izleyicisinin karşısına çıkan Lea Seydoux, festivalin son günlerinde gösterilen Abdellatif Kechiche filmi “La vie d’Adele”de de iki başrolünden birindeydi. İki genç kadının aşkını konu alan filmde, Seydoux’un oyunculuğu yere göğe sığdırılamadı.

Haberin Devamı

Cannes’dan notlar

Cannes’ın üzerindeki kara bulutlar

Kara bulutlar keşke mecazi anlamda olsaydı. Maalesef, festivalin büyük bölümüne hiç durmayan yağmur damga vurdu. En ünlüsünden basın emekçisine yağmur herkesin hayatını mahvetti. “Açlık Oyunları”nın ikinci filminin tanıtımı için Cannes’a gelen taze Oscar’lı Jennifer Lawrence, bir gün içinde dört elbise değiştirerek yağmur mağduriyetinin simgesi haline gelirken filme girmek için uzun saatler sıra bekleyen basın mensupları
ıslak kıyafetlerle film izlediler.

Fellini ruhu aramızda
İtalyan üstat Federico Fellini ruhunu yarışmaya getiren film yine bir İtalyan’ın Paolo Sorrentino’nun yönettiği “La Grande Bellezza”sı oldu. “El Divo” ve geçen sezonun Sean Penn’li yol hikayesi “This Must Be The Place”in yönetmeni Sorrentino, her yerinden görkem çıkan bir film sundu. Bu görkemin karşılığı Altın Palmiye olabilir.

Festivalin şarkısı
“Lütfen Bay Kennedy. Beni uzaya postalama!” Cannes’da herkesin ağzındaki nakarat bu. Coen Biraderler’in “Inside Llewyn Davis”inde Oscar Isaac, Justin Timberlake ve Adam Driver’ın söylediği absürtler absürdü şarkı festivalin marşı oldu.

“Zulu”yla kapanıyor
“MUHTEŞEM?GATSBY” festivale anlı şanlı bir açılış yaptı. Festivali kapatacak film ise Jerome Salle’ın yönettiği “Zulu”, Afrika’da geçen politik bir yapım. Yani eğlence ile başlayan festival politikayla kapanacak.

“Alın size kadın yönetmen!”

Altın Palmiye kime gidecek

Ana yarışmada filmi olan Valeria Bruni Tedeschi, aynı zamanda eski first lady Carla Bruni’nin ablası.

Geçtiğimiz yıl ana yarışmada hiç kadın yönetmen olmaması Cannes’ı eleştiri oklarının hedefi haline getirmişti. Bu yıl ise 20 filmin yer aldığı ana yarışmada bir tane kadın yönetmene, Valeria Bruni Tedeschi’nin filmi “Un Chateau en Italie”ye (İtalya’da Bir Şato) yer verildi. Ancak filmin düzeyinin ana yarışmanın çok altında olması Cannes’ın “kadın yönetmen” isteyenlere “alın size” cevabı gibiydi. Oysa yan bölüm Belli Bir Bakış’ta gösterilen müthiş sinemacı Claire Denis’in “Les salauds”ü pekala ana yarışmada olabilirdi.