Seçim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaferiyle tamamlandı. Şimdi dikkatler siyasi gücün yeni karakteri ve bürokratik örgütlenme modelin odaklandı. Atamalarla kimlerin ön plana çıkacağını, karar alma süreçlerinin nasıl işleyeceğini, kurumlar arası eşgüdümün nasıl sağlanacağını göreceğiz. Seçim öncesi dondurulmuş sorunlar birdenbire hareketlenmeye başladı. Elde uzunca bir yapılacaklar listesi var ve gelişmeler çok hızlı.
Bu çerçevede ABD ile ilişkiler, “yangında ilk kurtarılacak” işlerin başında geliyor. Mevzu, iki aktörün belirli bir konuda farklı bakış açılarına sahip olmalarının çok ötesinde. İç ve dış güvenlikten dış politikaya, ekonomiden, finansa, kamu diplomasisinden hukuki sorunlara kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Dahası, ABD ile yaşanan sorunlar, Türkiye’nin üçüncü taraflarla (devletler, NATO, AB gibi kurumlar, özel şirketler) ilişkilerini de etkiliyor. Şüphesiz olumsuzluklar ABD’yi de etkiliyor/etkileyecek. Ancak fayda/maliyet ölçeğinin asimetrik olduğunu unutmamak gerekiyor.
ABD yönetimi, 24 Haziran seçimleri sonlanıncaya kadar Türkiye gündeminde yer almamaya azami dikkat gösterdi. Profilini düşük tuttu. Muhatap değişikliği olup olmayacağını görmek istedi. Bu gün bekleme odasına alınan uzun sorun listesiyle değişmeye başlayan “müttefiklik” tanımı yeniden gündemde.
Kriz süresince tartışılmayan tek konunun iletişim kanallarının açık tutulması olduğunu söyleyebiliriz. İki taraf ilişkileri “bir şeyler yapıyormuş gibi yaparak” yürüttü. Resmi yetkililer kamuoyu önünde “birbirlerini yok saymadıklarını, kaygılarını anladıklarını, talepleri konusunda birbirlerini yeterince bilgilendir-diklerini” açıkladılar.
Son olarak, ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Wess Mitchell, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ve teslimatın gerçekleşmesi halinde Ankara’ya yaptırım uygulayacaklarını açıkladı. Yaptırımların Türk savunma sanayiini içerdiğini ifade etti. Bunun F-35 uçaklarını da kapsayacağını ekledi.
Bu gün, ABD-Türkiye ilişkileri ciddi bir krizle karşı karşıya bulunuyor. S-400 hava savunma sistemi, krizin “sembolü” haline gelmiş durumda. Gelişmeleri kendi açısından kabul edilemez gören ABD, Türkiye’yi kararlarından vazgeçirmek için ısrarlı. Asıl sorun, bunu sağlayacak stratejinin belirlenmesinde yaşanan gelgitlerde. Türkiye’yi kararlarından vazgeçirmek için izlenecek strateji, “sert yaptırımlara mı” yoksa “yumuşak diplomatik ikna turlarına mı” dayanacak, henüz bir seçim yapılamadığı anlaşılıyor.
“Yaptırımla teçhiz edilmiş” ikna stratejisinin ana konusu savunma sanayiine, özellikle de F-35 savaş uçaklarına bağlamak ABD yönetimi için çok akıllıca olmayacaktır. Tarihsel tecrübeler şunu göstermiştir ki kamuoyunda artan “milliyetçilik” duygularını besleyecek yaptırımlar, Türkiye’yi güvenlik alanında zorlasa da istenen sonuçları vermeyebilir. İşin kötüsü, aynı kamuoyu desteği Türkiye’yi hızla Batı dünyasından koparacak yol ayrımına sürükleyebilir.