Koronavirüs salgını tüm dünyada taşları yerinden oynattı. Ekonomiden sosyal hayata, ticaretten güvenliğe, sağlıktan eğitime her alanda beklenmedik sonuçlar doğurdu, doğurmaya da devam ediyor. Salgının nerede duracağını ve ne gibi sonuçlar doğuracağını da tam olarak kestiremiyoruz.
Haliyle, yaşanan olumsuzluklar devletlerin, sistemlerin, kurumların sorgulanmasına, liderlerin yeteneklerinin ve iş yapma kapasitelerinin açığa çıkmasına yol açmış oldu. Oysa gelişmiş devletlerin, akıllı şirketlerin tarihsel tecrübeleri böylesine önemli ve “sürpriz” gelişmelerin olabileceğini varsayar. Bu nedenle de karar alıcıları erkenden ikaz edip büyük hatalar yapmasını önleyecek çok sayıda kurum kurar, personel çalıştırır. Bu noktada ilk akla gelen elbette ülkelerin/şirketlerin istihbarat örgütleridir.
Bu günlerde gündemde pek fazla yer almasa da bir süre sonra istihbarat örgütlerinin de tartışmaların merkezinde olacağı açık. Başka bir ifadeyle, istihbarat kurumlarının karar alıcıları korona salgınının neden olduğu “stratejik sürprizden” koruyup koruyamadıkları tartışılacaktır. Nitekim bu tartışmanın ilk işaret fişeğinin ABD’de atıldığını görüyoruz. Bazı yazarlar, ABD’nin korona salgınında gösterdiği kötü performansta istihbaratın rolünün büyük olduğunu ileri sürmekteler. Öyle ki bunun tıpkı Pearl Harbor veya 11 Eylül saldırısı gibi “stratejik fiyasko” olduğunda ısrarcılar. Bazıları ise, istihbaratın işini zamanında yaptığını, ancak karar alıcıların bunu dikkate almadığını ileri sürmekteler.
Nitekim bazı tartışmacılar ABD askeri istihbaratının kuruluşunda bulunan “tıbbi istihbarat” bölümünün Kasım 2019’da Çin’de başlayan salgına odaklanarak ihtiyaç duyduğu verileri topladığını ifade etmekteler. Veriler, sahadaki elemanlar, uydu, siber alan, sosyal medya, açık kaynaklar ve telefon, telsiz dinlemelerinden toplanmış ve analiz edilerek doğru istihbaratın üretildiğini söylemekteler. Ardından da bu istihbaratın Savunma Bakanlığı ve Beyaz Saray’a iletildiği ifade edilmekte. Ancak salgın yönetilmez hale gelip, işler sarpa sarınca, Savunma Bakanı böyle bir “bilgiden” haberinin olmadığını ileri sürerek “inkâr” yoluna sapmış görünüyor. Ocak 2020’den itibaren ise sisteme giren koranavirüs “istihbaratı” yönetim tarafından reddedilmiyor.
ABD’de “tıbbi istihbarat”ın temellerinin 1941’de atıldığını biliyoruz. Söz konusu birim çeşitli değişikliklerden geçerek bugünkü gelişmiş şeklini almış. Halen hem askeri istihbaratın hem de CIA’nin bünyesinde “tıbbi istihbarat” bölümleri mevcut. Bu birimlerde, virüsolog, epidemiyolog, toksikolog, eczacı, tıp doktorları, askeri doktorlar, veteriner ve diğer uzmanlar görev yapmaktalar. Kuruluş disiplinler arası yaklaşımla sadece harekât alanında değil, tüm dünyada salgınlar, virüs, zehirli maddelerle ilgilenmektedir. Veri toplamakta, bunları analiz ederek tıbbi istihbarat üretmekte ve karar alıcılara sunmakta. Şüphesiz faaliyetler tıbbi teknoloji ve ülkelerin, liderlerin sağlık verilerine ulaşmayı ve analiz etmeyi de içermektedir.
Korona, tüm alanlarda olduğu gibi, öğrenen örgüt olmaya niyetli istihbarat teşkilatlarının dünyasında da bir dizi değişikliğe neden olacak. Haliyle, önümüzdeki dönemde her ülkenin istihbarat örgütü kendi çapında “tıbbi istihbarat” bölümü kurmak, tıbbi bilgileri, verileri, yöntem ve araçları yeni bir gözle ele alacak demektir.