Korona salgını hayatımızı her alanda etkilemeye devam ediyor. En karmaşık ve hassas durumda olan kurumlardan biri de Türk Silahlı Kuvvetleri. Milli Savunma Bakanlığı, ara sıra yaptığı açıklamalarla işin ciddiyetini ve karmaşıklığını “diplomatik bir dille” ortaya koymaya çalışıyor.
Açıklamalardan anlaşıldığı kadar, TSK’nın bazı faaliyetlerini korona salgını tedbirleri çerçevesinde ötelemesi mümkün. Örneğin tatbikatlar gibi. Çünkü TSK’nın görevlerinin büyük çoğunluğu personelin yakın fiziki temasını, birlikte yaşamasını ve ekip çalışmasını gerektiriyor. En çarpıcı örneklerden biri denizaltılar. Denizaltının 145 metrekarelik kapalı yaşam alanında 45 personel günlerce bir arada çalışmak zorunda. Bu örnek bize TSK’nın muharebe kapasitesini korumak ve personelin güvenliği sağlamak için iş yapma biçimini, göreve çıkma sıklığını ve personelin moral motivasyonuna özen göstermesi gerektiğini söylüyor.
Öte yandan, sınır güvenliğinden düzensiz göç hareketlerine, Suriye ve kuzey Irak’ta devam eden faaliyetlerden PKK’ya yönelik operasyonlara kadar bir dizi faaliyetlerde ise, isteseniz de mola veremez, çalışma biçimini değiştiremezseniz. Bunun dört nedeni olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, korana salgınının yol açacağı zararlara dair farkındalığın oluşması zamana, politik beklentiye ve kültüre bağlıdır. Örneğin Fransa, Almanya gibi ülkeler koronayı gerekçe göstererek askerlerini Irak’tan hızlıca çekebilirler. Ancak bu her ülkenin aynı biçimde davranacağı anlamına gelmez.
Nitekim Suriye gibi çatışmalı bölgelerde aktif olan devletlerin, örgütlerin, kurumların ve sivillerin işin ciddiyetini anlamaları, fikirlerini değiştirmeleri ve yeni duruma adaptasyonları bir zaman alacaktır. Salgının yıkıcı işaretleri alınıncaya kadar taraflar ne tutumlarını ne de politik hedeflerini değiştirecektir. Nitekim Esad cephesinde yer alan bazı Hizbullah komutanlarının koronadan ölmesi, İranlı milisler arasında salgının olması bile mevcut tabloyu değiştirmiş görünmüyor. Haliyle, korona salgını, TSK’nın görevlerini değiştiren değil, zorlaştıran bir faktör olarak kalmaya devam edecektir.
İkinci neden, harekât alanında devletlerin, devlet dışı aktörlerin önceliklerinin birbirlerinden farklı olmasıdır. Örneğin İdlib’de fiziki kontrol Esad için öncelikli bir hedef olarak masada duruyor. Oysa salgının yayılması, İdlib için hayaller kuran Esad’ın her şeyini kaybetmesine yol açacak “stratejik” bir hadiseye dönüşebilir. Yine, kamu düzeni sağlama, hizmet sunma sorumluluğu olmayan radikal gruplar salgına “taktik” bir sorun olarak yaklaşacaktır. Öte yandan, salgının mülteciler arasında yayılması kısa sürede Türkiye için “operatif” düzeyde bir soruna dönüşebilecek potansiyele sahiptir. Bu durum TSK’nın rolünü değiştirmeyeceği gibi, yükünü daha da artırabilir.
Türkiye açısından işin bir diğer zorluğu, Suriye’de faaliyet yürüttüğü alanların birbiriyle ilişki içinde, ancak birbirinden farklı karakterde olmasıdır. Başka bir ifadeyle, yönetim, sosyal, ekonomik, kültürel ve güvelik farklılıklarına sahip, mozaik bir ortamdan söz ediyoruz. Haliyle, korona salgınının etkisi, alınacak tedbirler, sorumluluklar ve iş yapma biçimi “standart” olmayacak ve sorunu daha da karmaşık hale getirecektir.
TSK’nın üçüncü zorluğu, salgınla mücadele edecek tıbbi yeteneğinin kısıtlı olmasıdır. Her ne kadar Sağlık Bakanlığı bu hizmeti sağlıyor olsa da gerek organizasyonlar arası kültür farklıkları gerekse salgının ülkenin gündeminde öncelikli bir yere sahip olması, gerekse sahadaki zorluklar üzerinde düşünülmesi gereken konulardır.
Son olarak TSK’nın korona günlerindeki zorluğu, salgının olası etkilerine dair değerlendirme ve kararları sahadaki gelişmelerden çok, siyasi hedefler ve politize olmuş sivil/asker ilişkilerince şekillendirecek olmasıdır.