Son yıllarda istihbarat dünyasıyla ilgili haberlerde dikkat çekici bir artış söz konusu. İstihbarat örgütlerinin üzerinde titredikleri, gizli tutmaya çalıştıkları çalışanlarının kimlikleri, istihbarat toplama, üretme yöntemleri, teknik kapasiteleri ortalığa saçılmaya başladı.
Aslında istihbarat dünyasının gizemlerinin açık edildiği ilk büyük dalga, II. Dünya Savaşı’na katılan insanların yıllar sonra hatıralarını yazmalarıyla başladı. İkinci dalga, özellikle Batılı demokrasilerde, istihbaratın siyasallaşmasıyla hız kazandı. Politikacıların rakiplerini alt etmek için istihbaratın yeteneklerini kullanmaya başlamasıyla konu kamuoyuna yansıdı. Sovyetler’in dağılması ise istihbarat dünyasının gizemli dehlizlerinde dolaşma imkânı sağlayan tarihi bir gelişmeydi. Aynı yıllarda başlayan ve yaygınlaşan internetin sivilleşmesi de istihbaratçılar için yeni riskler ve fırsatlar anlamına geliyordu.
Bu günlerde istihbarat haberlerinde yeniden bir artış görülüyor. Bu artışın gerisinde ise tehdit yelpazesinin genişlemesi, savaşların değişen karakteri ile örtülü operasyonların yoğunluğu var. Küçük ama etkili sürprizlerle dolu günümüz dünyasında, verinin demokratikleşmesi, bilgilerin ulaşılır olması, medyanın ve amatörlerin merakları istihbaratın iş yapmasını gittikçe zorlaştırıyor.
Türkiye için de benzer yorumlar yapmak mümkün. İstihbaratın 1980’lerde siyasallaşmaya başlaması bir yana, istihbarat örgütlerine en büyük zararı FETÖ verdi. İstihbarat kurumlarına hâkim olma arzusu, istihbaratı devlet/millet yerine örgüt çıkarları için kullanmak istemesi sistemi kökünden sarstı. FETÖ “kurumları ele geçirebilmek için” sır olarak kalması gereken bilgileri İnternette uluorta yaydı. Üst düzey devlet/hükümet görevlilerine verilen kriptolu telefonları dinledi. Önemli gördüğü yerlere dinleme cihazları yerleştirdi. Bilgisayarlara girerek bilgileri çaldı, değiştirdi, muhalif gördüğü kimselere karşı koz olarak kullandı. En çarpıcı faaliyetleri ise 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında ortaya çıktı. Ülke dışına kaçan örgüt üyelerinin götürdüğü bilgi ve belgeler bir yana, istihbarat kurumları, çalışanları ve istihbarat teknikleri konusunda klasörler dolusu bilgi, belge ve yöntem mahkeme evrakları arasına girdi.
Yeni bilgiler, istihbarat dünyasının sadece kendi içinde ciddi krizler yaşamadığını, dışarıdan da önemli saldırılara maruz kaldığını gösteriyor. İki önemli haber ABD ve Alman istihbaratıyla ilgili. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 120 ülkenin 1970-93 yılları arasındaki haberleşme ağlarına sızan ABD ve Alman istihbaratının bu ülkeleri 2000 yılına kadar dinlemeyi sürdürdüğünü öğrendik. Soğuk Savaş döneminde bu sızmadan kendini koruyabilenler Çin ve Sovyetler Birliği idi. İstihbaratın temel kurallarını düşününce, hükümetlere kripto cihazları ve şifreleme teknikleri satan İsviçre merkezli Crypto AG şirketinin asıl sahibinin CIA ve Alman istihbarat servisi olduğunu öğrenmek elbette sürpriz değil.
Bu olay tartışılırken gündeme Türkiye ilgili yeni bir haber düştü. ABD istihbarat teşkilatının Türkiye’nin Philips’ten satın almak istediği bir şifreleme aletinin “çakmasını” yaptırdığını, yıllarca Türkiye’yi dinlediğini öğrendik. Bu durum elbette sürpriz değil. Sonuçta birkaç istisna hariç istihbarat dünyasında dostluk yoktur. Sadece rakiplerle ilgili istihbarat üretilmez, ülkeler dostlarını da izlerler ve dinlerler. Üstelik istihbarat pahalı bir iştir. Esas olan, söz konusu gelişmelere karşı tedbir alabilmektir. Anlaşılan yıllar geçtikçe çok daha ilginç ve çarpıcı bilgilere tanıklık edeceğiz.