Suriye’ye askeri müdahale tartışılıyor. Anlaşılan siyasi otorite, “politik hedeflerini” bu yolla gerçekleştirmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Usulüne uygun verilecek direktife askerin hayır deme şansı yok. Bu durumda, sivil/iç savaşa askeri yöntemlerle müdahil olmuş ülkelerde siyasilerin ve orduların yaşadığı tecrübeleri dikkate almak faydalı olabilir.
Böyle bir müdahalenin, öngörülemeyen ekonomik, askeri, hukuki, iç ve dış politik çıktıları olacaktır. Özü, aşırı tüketim ve ertelenmesi mümkün olmayan masraflar serisidir. Hele, Suriye örneğindeki gibi, askeri harekâtın politik hedefleri muğlak, düşman ve coğrafya belirsiz, başlama ve bitiş tarihleri öngörülemiyorsa tahminlerin çok ötesinde bir maliyet sürpriz olmayacaktır.
Kaybolan fiziki sınır
Beş yıldan beri iç savaşın devam ettiği, iki milyon kişinin ülkemizde misafir olduğu, savaşan çeşitli gruplara “savaşçı” ihraç ettiğimiz komşumuzdan söz ediyoruz. Savaşan gruplar tekniklerini, kapasitelerini, psikolojilerini, taktiklerini olgunlaştırdılar, bilendiler ve desteklerini arttırdılar. Artık savaşın bir cephe hattı yok. Savaş, sadece Irak ve Suriye’de de değil, hemen her yerde ve sivil insanların gündelik hayatlarının bir parçası.
Savaşan gruplar, hem kendi hem de başkalarının nam ve hesabına (vekâleten) savaşıyorlar. Çatışmalar terörizmden gerillaya, konvansiyonel savaştan bilgi harbine geniş bir yelpazede ve küresel ölçekte sürüyor. Kuralsız, üniformasız, farklı motivasyonla (dini, etnik, mezhebi, kişisel) hareket eden; gündüz külahlı, gece silahlılardan söz ediyoruz.
Böyle bir ortamda askeri harekâta karar verenlerin cevaplaması gereken bazı hayati sorular var. İlki, harekâtın “politik hedefi” nedir? Bu politik hedef, hangi tip askeri harekât ile ve hangi askeri hedefler elde edildiğinde başarılmış olacak.
Peki düşman kim?
İkinci soru şudur: Düşmanın kim olduğu, nasıl tanınacağı ve kararı kimin vereceğidir. Suriye’de zihinlerimizin alışık olduğunu dışında bir askeri harekât cereyan ediyor ve düşman listesi sürekli değişebiliyor. Üstelik düşmanları masum sivillerden ayırmak çok zor.
Böyle bir harekâtta, farklı hukuk kurallarına tabi “muhtemel düşman listesi” bir hayli uzun görünüyor. Esad rejimi ve ordusu düşman mıdır? IŞİD hedef listesinin başında mıdır? Yerli ahaliden hayatta kalmak için IŞİD’e ve diğerlerine destek verenleri nasıl sınıflandıracağız? PKK/PYD bu harekât bağlamında nasıl tanımlanacak? Özgür Suriye Ordusu’nun El Nusra gibi unsurları “düşman mıdır?”
Sürekli taraf ve coğrafya değiştiren gruplar, savaş ağaları, suç örgütleri, aşiretler hedef midir? Her ülkenin dost-düşman tanımının değiştiği bir ortamda “uluslararası” mutabakat var mıdır? Bu şartlar altında sorunların üstesinden nasıl gelebiliriz? Harekât bölgesinde ele geçirilenler “savaş esiri” midir? PKK/PYD ya da IŞİD içinde yer alan Türk vatandaşları “savaş esiri” muamelesi mi göreceklerdir?
Düşmanın kim olduğuna Ankara’da masa başında oturanlar, harita üzerinde “kutucuklarla” ve semboller işaretleyenler karar veriyor gibi görünse de, asıl, gece mermi sesleri arasında ve kısa sürede, küçük rütbelilerin vermek zorunda olduğu biliniyor mu?
Yine haritalardaki siyasi sınırların anlamı her geçen gün değişiyor. Terörizm, gerilla savaşı, bilgi harekâtı, hukuk, coğrafi koşullar, kültürel doku, demografik dağılım, teknoloji ve iç politikada ayrışma Suriye’ye yönelik askeri bir harekâtta ordunun cephe gerisinin olamayacağını söylemektedir. Harekâtı coğrafi olarak Suriye ile sınırlamak mümkün değildir. Karar alıcılar, mevcut hukuki, siyasi, zihinsel algı, karar alma süreci, istihbarat ve kolluk yapısıyla bu gelişmelere cevap verebilir mi? Cevabı aranan sorular elbette bunlarla sınırlı değil ve gelecek yazıda devam edecek.