Suriye’de mücadele sürüyor. Diplomasiden açık/örtülü askerî harekâta, ekonomik yardımdan bilgi savaşlarına kadar. Üstelik bu sadece devletler ya da devletlerden oluşan ittifaklarla yürütülmüyor. Her aktörün kendi çapında sahada iş gören “vekili” var.
Kısa süre öncesine kadar Suriye’yi İdlib üzerinden tartışırken bugün dikkatler Fırat’ın doğusuna kaymış görünüyor. Dahası, iç savaşın geleceğinde yerel gruplar belirleyici iken, şimdi başta ABD ve Rusya olmak üzere devletlerin rekabeti üzerinden konuşuyoruz. Ayrıca gözler aktörlerin haritada denetleyebildiği bölgelere odaklanmış durumda.
Kontrol edilen bölgelerin ön plana çıkması önemli değişikliklerin yaşandığını gösteriyor. Bu çerçevede geleceği yorumlamak için üç faktöre göz atmak faydalı olabilir. Kontrol edilen coğrafyanın muhayyel siyasi mimarisi, “jeopolitik etkisi” ve bölgede egemenliğin kimlerin himaye ve vekâletinde olduğu.
Örneğin, ABD desteğindeki SDF (Suriye Demokratik Güçleri, siz onu PKK/PYD olarak okuyun) Fırat’ın doğusunda Suriye’nin %30’unu kontrol ediyor. Bölgenin siyasi mimarisinin federal/otonom yapıya dönüşme emareleri taşıdığı sır değil. Yine bölge sadece Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun büyük bir kısmına da etki edebilecek “jeopolitik” konumda.
Geçen hafta, Amerikalı Yahudilerin düşünce kuruluşu JINSA’da konuşan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ülkesinin Suriye’deki siyasi hedeflerini kamuoyunun bilmesi gereken kadarıyla açıkladı. DAEŞ’in yenilmesinin yanına iki “hedef” daha ekledi. Bunlar, “Suriye’deki ihtilaflara barışçıl ve siyasi bir çözüm bulunması” ve “Suriye’deki tüm İranlılar ile İran destekli güçlerin çekilmesi”. Elbette bu “resmi” açıklamaların yanına bir dizi diğer “siyasi hedef ve çıktıları da” eklemek mümkün. Örneğin, İsrail’in güvenliğinden Rusya’yı sınırlamaya, Türkiye’yi baskılamaktan Irak’ta etkin olmaya kadar.
Söz konusu “siyasi hedeflerin” gerçekleşmesi ABD’nin bölgede askeri güç bulundurmasını gerektiriyor. Bu zorunluluk üç önemli hususu ön plana çıkarıyor. Birincisi, ABD’nin bölgedeki varlığının süresi belirsizdir. “Barışın tesisi”, “İran’ın bölgeden çıkartılması” gibi “siyasi hedefler” muğlak, ucu açık ve uzun zaman gerektiren hikâyelerdir.
İkinci hedef olarak ilan edilen, İran’ın bölgeden çıkartılması ve Suriye’de “barışın tesisi” ABD modeline göre Esad’ın elinin zayıflatılmasına bağlıdır. Bu da ABD askerinin veya yerel sivillerin silahlandırılmasını gerektirir. Son olarak Pompeo’un önerisi, Suriye’de üniter devlet yapısının sona ermesi demektir. ABD açısından hesap farklı olsa da Türkiye için manası PKK sorununun karakteri hızla değişmektedir.
Pompeo’nun ardından konuşan Lavrov, Fırat’ın doğusuna dikkat çekip, ABD’nin siyasi hedefinin Suriye’de “yarı bağımsız” bir Kürt devleti kurmak olduğunu söyleyerek, ABD’yi eleştirdi. Eleştirinin nedeni, Rusya’nın Suriye projesinin rafa kaldırılıyor olmasıyla ilgili. Açıklamalardan murat ise, zaten krizde olan Türkiye-ABD ilişkilerini iyice sarsarken, Esad ve İran’ı Türkiye ile iş birliğine zorlamak. Nitekim tarih bilgimiz, Rusya’nın kaygısının PKK’nın Suriye’de mesafe almasından değil, haminin kendisi olmamasından kaynaklandığını söylüyor.