Evet kızlar yazın hasır çantamızı satın almıyoruz kendimiz yapıyoruz.
Zaten fiyat etiketlerini görünce insanın eli almaya gitmiyor malum:))
Ben her zaman yapabileceğim şeyleri kendim yapmaktan yanayım ki inanın daha zevkli ve inanılmaz bir motivasyon kaynağı..
İkea suplalarını bilmeyenler yoktur artık pazarlarda bile satılıyor adeti 10 tl ye.
İhtiyacımız olan malzemeler;
Anneliğin nasıl kutsal bir şey olduğunu henüz anlayamadığım, onun yerine bedenimdeki değişimi, ağrıları, fazla kiloları, kamu malına dönüşen, gelenin gidenin “Süt çıkıyor mu” diye mıncıklayıp durduğu memeleri, durmak bilmeyen gözyaşlarımı, duygu durum değişikliğimi ve aynalara küsen yüzümü unutamıyorum. Evde gece gündüz, dizi çıkmış pijamayla gezen, üstü kusmuk kokusundan geçilmeyen, aylardır boyatmadığı saçları, aldıramadığı kaşı bıyığı yüzünden aynalara bakınca “Bu ben miyim?” dedirten kafa lohusa kafasıdır benim için… Lohusa döneminde dünya bana bebeğimin sütü, gazı, kakasından ibaret geliyordu. Yavaş yavaş gelen gözyaşlarının birden dönüştüğü ağlama krizleri, eve gelen kocayı boğazlama isteği, omuzları yere yapışacak olan bitkin bedenim yavaş yavaş error vermeye başlamıştı ve artık dur demeliydim… Benden önce bu kafaya girmiş arkadaşlarımın tavsiyelerine kulak vermek, bu dönemde yapılabilecek en doğru şeydi. Bir lohusayı ancak lohusalığı yaşamış ana anlardı çünkü. Bütün bunların farkına varıp uyandığım bir sabah verdiğim yeni kararlarla yepyeni bir bene uyandım.
Hâlbuki ne kadar kutsaldır lohusalık. Kucağına yeni aldığın bebeğin sadece sana muhtaçtır. Senin ona
Anne olmak, mutlu olmak ve mutluluğu bulaştırmak demek değil midir sizce de? İçinde büyüttüğü minik kalbi dünyaya getirdikten sonra, kalbi bembeyaz pamuklara sarılan anne, artık bebeğiyle tertemiz ve saf bir dünyaya merhaba der. Düşünsenize, küçücük bir can sizinle atıyor ve artık ona siz şekil vereceksiniz. Sizin ellerinizden, sizin ruhunuzdan, sizin kalbinizden beslenecek ve siz ne verirseniz onunla yeşerecek, muazzam değil mi?
Biz anneler çocuk olduktan sonraki ilk dönemde kendimizi fena salarız. Emzirme, gece uykusuzluğu, kusmuk kokan tişörtler derken duş alacak ya da bir kahve içecek kadar bile vakit ayıramayız kendimize. Aksi, bebeğe haksızlık gelir. Çoğu anne kırkına kadar burnunu dışarıya çıkarmaz bile. Aynalara küseriz, çünkü aynadaki o manzara depresyon sebebidir :)
Zamanla bu süreç anneyi yıpratır ve yavaş yavaş sinir sistemini alt üst eder. Annenin girdiği bu ruh hali bebeğe de zamanla yansır ve o dünyadan bihaber minik kalp huzursuz olmaya başlar. Ağlama krizleri, peşinden uykusuz gecelerle başlar kısır döngü. Hâlbuki doğumdan sonra bebek neden kırkı dolmadan dışarı çıkamasın veya anne neden bir kahve içecek ya da kuaföre gidecek vakti bulamasın? İstedikten
Bugün çalışan bir anneye dönüp sorsanız ben de dahil olmak üzere duygu durumumuzu özetleyen tek kaçınılmaz kelime suçluluk olur..Malesef çevre faktörleri ve yine malesef ki mahalle baskısı da bu duyguyu perçinledikçe içimizde büyüyen bu suçluluk duygusu katlanır da katlanır.
Kızımı bırakıp işe başladığım ilk gün belkide hayatımın en zor günüydü. Kokusunun sindiği badiyi çekmecemden çıkarıp kokluyordum, gözlerim doluveriyordu hemen. Sirkelenip ''bunu yapan tek anne ben değilim ben kötü bir şey yapmıyorum herşey onun geleceği için'' diyerek kendime bu cümleleri tekrar edip duruyordum.. Elbette bazı tercihler bizim seçimlerimizle şekillenir. Çalışma hayatını anne olduktan sonra bırakıp bırakamayacak olmak ta bir seçimdi benim için.. Ben kızıma daha iyi bir gelecek sunmak adına çalışmalıydım. Zaten zor olanı seçmiş bununla baş etmeye çalışıyordum.
Ama geç kalmayan mahalle baskısı zor olan günlerimi daha da zor hale getirmekte geç kamadı. "'Bir anne kücücük bebeğini bırakıp nasıl işe dönebiliyor?"
Bekar bir arkadaşımın bu cümlesi hala ona karşı negatif elektriğimi pozitife çeviremiyor mesela.
Sizin kolayca cümlesini kurup yargıladığınız şeyi aslında , bu kadın zaten içinde dev gibi yaşıyor