Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Batı çok büyük bir tuzağın eşiğinde. Fransa’da, Avusturya’da, İsviçre’de hâkim olan ve bize yönelik olarak önce Almanya’da başlayan, ardından çok daha şiddetli bir şekilde kendini Hollanda’da gösteren aşırı sağ iklim, her söylemi ve her ortamı zehirliyor. Maalesef bu iklimin kendini beslemek için seçtiği ‘düşman’ imgesi de ‘Erdoğan’ın Türkiye’si’. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin siyasetine karşı eleştirel olabilirsiniz ancak Avrupa hükümetlerinin takındığı tavır bu çerçevenin çok dışında. Bir eleştiri ya da kınama değil söz konusu olan. Söz konusu olan bir çevreleme, bir izolasyon, bir topyekûn düşmanlaştırma ve susturma politikası.
Hollanda’da yaşananlar net bir şekilde ortaya koymuştur ki Avrupa’daki mevcut siyasi iklim ABD Başkanı Trump’ın siyasi görüşünden farksız hatta daha ayrımcı, daha anti demokratik. Bundan böyle Hollanda, Danimarka, İsveç... Hiçbir Avrupa hükümeti Trump’ın bazı Müslüman ülke vatandaşlarına koymaya çalıştığı ülkeye giriş yasağını ya da vize iptallerini eleştiremez! Kimse kendini Trump üzerinden temize çekmeye kalkışamaz. Zira Hollanda’da cumartesi gecesi insan hakları ve liberal değerler ayaklar altına alınmış ve kendine liberal diyen, demokrasi kavramını ağzından düşürmeyen çevreler, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanına ve ona yapılan muameleyi protesto etmeye giden Türklere karşı Hollanda polisinin gaddarlığını tek kelimeyle eleştirmemişlerdir!
Trump’ın dünya görüşünü ve söylemlerini korkunç buluyorum, öte yandan Amerikan başkanı en azından dürüst. Demokrat görünme ya da kendini birtakım çevrelere beğendirme kaygısı yok. Hollanda Başbakanı Rutte gibiler ise bir yandan liberal demokratik değerlere bağlı oldukları masalını anlatıyor, diğer yandan ırkçı bir lideri alt etme kılıfı altında o liderle ırkçılık yarıştırmaya kalkıyorlar. Al birini vur ötekine ama tercih etmem gerekse en azından dürüstlüğü için Trump’ı tercih ederim!

Aşırı sağın önünü kesme argümanı

Ben Hollanda’da yaşananların aşırı sağcı politikacı Geert Wilders’in bugünkü seçimlerde önünü kesmek için yapıldığı argümanını da tehlikeli buluyorum. Bu argüman, yapılanları rasyonelleştiriyor. Sanki hem Dışişleri Bakanımıza hem de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımıza karşı tavrın bir özrü gibi sunuluyor. Halbuki olamaz! Bırakın bir bakanı herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendi misyonuna yani kendi ülkesinin toprağı kabul edilen bir yere girmekten alıkonulamaz. Kapı önündeki polis şiddetini ve bakanın sınır dışı edilmesini söylemiyorum bile... Bunların hiçbir izahı olamaz, olmamalıdır.
Öte yandan, Hollanda’da siyasetin içine düştüğü içler acısı hal de ayrı bir tartışma konusu. Düşünsenize, ırkçı bir partinin önünü kesmek için sağ liberal bir parti olan Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi’nin lideri, Başbakan Rutte Wilders’le ırkçılık yarıştırıyor. Yahu insan en azından partisinin isminden utanır! Ondan utanmıyorsa kendi tabanından utanır! Kendi tabanını ırkçı bir taban yerine koymaktan utanır! Ama maalesef liberal değerlerin ayaklar altına alındığı, cenaze namazının kaldırıldığı, Müslümanların, Almanya ve Hollanda özelinde Türklerin ‘Yahudileştirildiği’ bir rüzgâr esiyor Batı’da. Bu rüzgârı ısrarla ve bıkmadan liberal değerleri savunmaya devam ederek alt edebiliriz.

Türkiye kısasa kısas mı yapsın?

Hayır! Avrupalıların ayrımcı politikalarına en iyi cevap Türkiye’de çoğulculuğu kuvvetlendirmek olabilir. Haklılığımızı en yüksek perdeden ifade etmeye devam edelim ama öte yandan Türkiye’nin ne kadar misafirperver, farklılıklara karşı ne kadar sahiplenici olduğunu da özellikle hatırlatalım, hatta biraz da biz hatırlayalım...
Her zaman olduğu gibi şimdi de tek çıkış yolu liberal değerlere sarılmak!

Kulis: Bakan’dan Alman mevkidaşına ağır mektup

Avrupa’da art arda yaşanan krizler iki hafta önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Gaggenau’da yapacağı toplantının son dakikada otopark yetersizliği gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle başlamıştı. Bakan Bozdağ bu sebeple Almanya Adalet Bakanı Heiko Maas ile yapacağı görüşmeyi iptal etmişti. Maas’ın bunun üzerine Bekir Bozdağ’a bir mektup yazdığı, mektupta Deniz Yücel’in tutuklanmasını eleştirdiği ve iki ülke ilişkileriyle ilgili kaygıları dile getirdiği Alman basınına ve oradan da Türk basınına yansıdı.
Benim Ankara kulislerinden aldığım haberlere göre, bu, Maas’ın ikinci mektubu. İlk mektubu 15 Temmuz’un ardından göndermiş. Son derece kötü bir üslupla yazılan, demokrasinin zaferini kutlamak yerine hükümeti suçlayan bir mektupmuş bu. Adalet Bakanı Bozdağ cevap dahi vermemiş. Şimdi, toplantı iptali üzerine yazdığı mektup da ton olarak ilkinden farksızmış. Ancak bu kez Bekir Bey oturmuş, en az Maas’ın mektubunun tonu sertliğinde, zehir zemberek bir metin kaleme alıp, Alman mevkidaşına göndermiş...