Adlandırma ve tanımlama hakkını ele geçirmek, kendi anlayışını hakim kılmanın en etkili yollarından biri olarak görülür. Hele bir de bu konuda tekel kuruldu mu, başarı (yani hakimiyet) perçinlenmiş sayılır.Bütün ülkelerin halini bilmesem de, bu anlamıyla “dil meselesi”nin en yakıcı yaşandığı toplumlardan biri olduğumuzu iddia edebilirim. Bunu en iyi teşhis edebileceğimiz alanın da, Kürt sorunu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İnkar, on yıllarca Kürt sorununa yaklaşımın asli politikası oldu. İnkâr politikalarının “dil”e yansımasını ise, “adını teslim etmemek” diye özetleyebiliriz. Yok sayma üzerine kurulu bu modelin her bir basamağı zaman içinde çöktü. Önce Kürtler yok sayıldı. Bunu sürdürmek imkansızlaşınca, Kürde Kürt denildi, ama bu sefer de Kürt sorunu tanımlamasından kaçıldı. Aynı döngü PKK olgusunu ve Öcalan faktörünü kapsayacak şekilde işledi ve bugüne geldik.
Terimler uyduruldu
Benzer sancılar, başka ülkelerdeki Kürtler konusunda da yaşandı. Sırf Iraklı Kürtlere Kürt dememek için ne manevralar yapıldığını, sadece insanlara değil “dil”e de eziyet etme pahasına ne terimler uydurulduğunu hatırlayalım. O da aşıldı mecburen. Ama sancı ve eziyet, bu sefer coğrafya üzerinden devam etti. “Kürdistan” kelimesini telaffuz etmemek için türlü yollar deneniyor. Irak Anayasası bile görmezden gelinerek, Kürtlerin yaşadığı coğrafya hala “Kuzey Irak” olarak adlandırılıyor.
Şimdi sıra Suriye Kürtlerinde. Türkiye’nin batısında yaşayanların çok büyük bir kısmı, Suriye’de Kürtlerin yaşadığını yenilerde öğrendi. Suriye’de iç savaş başladığında, Kürtlerin bütün dengeleri etkileyebilecek en önemli aktörlerden biri olduğunu, ilgili bütün çevreler biliyordu. Ama bu gerçek, Türkiye kamuoyundan ısrarla saklandı. Aslında hükümetin Suriye politikası, uzun süre oradaki Kürtlerin etkisini kırma hedefi üzerinden yürütüldü. Bunun mümkün olmadığı anlaşılınca, bu sefer Suriye Kürtleri arasında en güçlü örgütlenmeye sahip olan ve PKK’ya yakın olduğu bilinen PYD’nin izole edilmesini ve mümkünse tasfiyesini öngören bir politika izlendi.
Adlandırma meselesi
Suriye Kürtlerinin temel politikasını ise, yaşadıkları bölgeyi iç savaşın dışında tutmak ve orada kendilerini yönetmeye yönelik yapılar kurmak oluşturuyor. Bu arada, burada da bir adlandırma meselesi olduğunu belirtelim. Kürtler, bu bölgeye Rojava diyorlar. Rojava “Batı” demek; kastedilen de Batı Kürdistan. Burada da isimlendirme konusunda Türkiye’de önce bir bocalama yaşandı, şimdilerde Kuzey Suriye tanımlaması kullanılır oldu.
PYD, bu bölgenin en güçlü örgütü, hedefini de “demokratik özerklik” olarak belirlemiş. Ancak bunun nihai bir hedef olduğunu ve iç savaş sona erdikten sonra gündeme geleceğini de her fırsatta belirtiyor.
Rojava’da PYD’den başka örgütler de var tabii. Ama Türkiye ve “çözüm süreci” açısından PYD’nin özel bir konumu olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Zira PYD, PKK’ya yakın bir örgüt; daha açık söylemek gerekirse, PKK’nın siyasal stratejilerinin çok önemli bir unsuru. Bu husus, PYD ve Rojava’yla ilgili bütün gelişmeleri, Türkiye’deki çözüm sürecinin doğrudan parçası haline getiriyor.
Dalgalanma yaşanıyor
Bu dengeleri dikkate almadan, çözüm sürecindeki dalgalanmaları doğru anlamak mümkün değil. Evet, çözüm sürecinde son haftalarda bir dalgalanma yaşanıyor, hatta bir “kriz” havası estiği izlenimi var. Bir süre önce Murat Karayılan’dan hükümete “uyarı” niteliğinde açıklamalar gelmişti. Önceki gün de KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, “ültimatom” niteliğinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamada bazı talepler sıralanıyor, ama bu çıkışın asıl sebebinin şu satırlarda saklı olduğunu düşünüyorum: “AKP’yi Rojava Kürtlerinin ulusal demokratik haklarına gösterdiği bu düşmanca yaklaşımı hızla terk ederek, El Kaideci gruplarla ilişkisini kesmeye ve çeteci gruplardan derhal vazgeçmeye çağırıyoruz.” Nitekim KCK’nın açıklamasında yer alan Öcalan’ın sağlık durumu ve BDP heyetleriyle düzenli görüşme konusundaki taleplere, hükümetten hemen yatıştırıcı cevaplar geldi. Bu tutum, arada bir ortaya çıkan restleşmelere rağmen, müzakerelerin ve sürecin yürümekte olduğunu gösteren önemli bir işarettir ve elbette olumludur.
Yapıcılık kolaylaştırır
Müzakereci ve yapıcı tutumun, Suriye Kürtleri ve PYD konusunda da sergilenmesi, sürecin hedefe doğru ilerlemesini kolaylaştıracaktır.
Müzakere ve barış süreçlerinde zaman zaman restleşmeler olur. Sürecin akışını koruyacak mekanizmalar mevcutsa, bunları aşmak zor olmaz. Önemli olan müzakerenin mantığına ve çözümün büyük hedefine esasta bağlı kalmaktır.
Bu hedefi, daha sürecin başlarında kaleme aldığım “Büyük barış, büyük dönüşüm” başlıklı yazımda tasvir etmeye çalışmıştım. Özetleyim: Barış süreci, büyük bir dönüşüm potansiyeli içeriyor. Büyük dönüşüm, sadece Türkiye’de değil, Kürtlerin yaşadığı diğer bölgelerde de ortaya çıkacak kaçınılmaz olarak. Türkiye’de Kürt sorununu çözmeye yönelik bir barışın tarihsel anlamı, “sınırlara dokunulmadan büyük bölgesel bütünleşme”de yatıyor. Burada da bir “yol temizliği”ne ihtiyaç var sanırım. Mesela dildeki kafeslerden kurtulmakÖ Büyük barış için, Kürtlerin hem varlığıyla, hem dilleriyle hem de kendilerini ve coğrafyalarını adlandırma biçimleriyle barışmak gerekiyor. Bir de zihinlerde Kürtlere karşı kurulmuş karakolları yıkmak, yani Kürtlerin lehine olan gelişme, Türklerin ve Türkiye’nin aleyhinedir saplantısından kurtulmak lazım. Siyasi aktörlere düşen temel görev de, büyük hedefleri küçük kaygılara ve dar hesaplara kurban etmemek, bunun için dikkatli ve sorumlu davranmaktır.
Başta Türkler ve Kürtler olmak üzere bütün bölge halkları, demokratik birliktelik temeline oturacak büyük dönüşümden kazançlı çıkacaklarına benim inancım tamdır.