Kanserin teşhisinden tedavisine büyük yenilikler var. Kanser ile bilimin savaşını kim kazanacak bilmiyoruz ama her ikisi de hız kesmeden ilerliyor.
4 Şubat Dünya Kanser Günü… Her geçen gün dünyada daha çok insanı etkileyen ve hız kesmeden adeta bir salgın gibi yayılan kansere karşı araştırmacılar da boş durmuyor. Kanserin teşhis edilmesinden tedavisi sürecine uzanan yolculukta büyük yenilikler var. Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Eski Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir bakın neler anlatıyor.
Bugüne kadar kanserde en önemli sorunumuz, tümörü ancak radyolojik olarak görülebilir boyuta geldiğinde teşhis edebilmemizdi. Bu çok geç çünkü tümör tüm gelişimini tamamlamış ve metastaz yeteneğini kazanmış oluyor. Bunu aşmak için çalışmalar yapılıyor. Bunlardan biri erken dönemde kişinin kanından tümörün DNA’sını tespit ederek hastalığı çok erken evrede yakalamak. Bu büyük umut vaat ediyor. Bu yöntem şimdi meme, akciğer ve kolon kanserlerinin taramalarında da kullanılmaya başlandı. Özellikle yüksek riskli gruplarda kan örneği üzerinden tümör erken evrede anlaşılabilsin diye çalışılıyor.
Nefesten kanser teşhisi
Sadece kan değil nefesten de kanser teşhisi için çalışılıyor. Türkiye’nin de ARGE sürecinin içinde olduğu bir yöntem geliştirildi. Yöntem, akciğer kanseri olan hastalarda tümörden kaynaklanan bazı gazların hastanın nefesinden tespit edilmesi ile tümörün varlığını gösteriyor. Çok heyecan verici bir gelişme…
Kanser tedavisinde de yepyeni bir dönem başladı. Artık tümörü değil tümörün genetik özelliklerini tedavi etmeye başladık. Bunun için tümörün genetik haritalamasını çıkarıyoruz. Bozukluğu tespit ettikten sonra da tedavi ediyoruz.
Eskiden meme ve akciğer kanserlerinin tedavisinde tamamıyla farklı ilaçlar ve yaklaşımlar vardı. Bugün eğer iki tümörde de aynı genetik bozukluk varsa meme ve akciğer kanserlerinde aynı tedaviyi kullanabiliyoruz. Yani artık tümörler kaynaklandığı yere göre değil genetik özelliklerine göre tedavi edilmeye başlandı.
Kronik bir hastalığa dönüşecek
Genetik bozukluğu tespit edip onu hedefleyecek ilaçla tedaviye başladığımızda kemoterapiye oranla üç, dört kat daha uzun sağ kalımlar elde edebiliyoruz. Artık akciğer kanserlerinin bir kısmında hiç kemoterapi kullanmıyoruz. İleri evrede olmasına rağmen sadece ağzından hap alarak üç, dört yıldır yaşamını devam ettiren akciğer kanseri hastalarım var. Bunu beş yıl önce ancak hayal edebilirdik. Cilt, böbrek, karaciğer kanserlerinde de bu yeni yöntemden yararlanabiliyoruz.
Bundan on sene önce ileri evre bir kanserde aylarla yaşam süresinden söz ederdik, bugün çok kolaylıkla yıllardan söz ediyoruz. Bu daha da iyiye gidecek. Belki kanser oluşumunu yüzde yüz ortadan kaldıramayacağız ama kanseri çok erken dönemde yakalayarak ve elimizdeki silahları güçlendirerek kanseri bir kronik hastalığa dönüştürmek mümkün olabilecek.
Tedavinin en ileri noktası
Prof. Dr. Gökhan Demir: “Bugüne kadar genetik analizi tümörden parça alarak yapardık. Şimdi likit biyopsi denilen bir yöntem geliştirildi. Tümörden biyopsi almadan hastanın kanından tümörün genetik haritasını çıkarmak mümkün. Bu çok önemli bir gelişme çünkü kanser genetik yapısını sürekli değiştiriyor. Bu nedenle tümörü sürekli aktif olarak izlememiz gerekiyor. Ama bugüne kadar bu mümkün değildi. Çünkü hastaya sürekli biyopsi yapamazdık. Bugün hastanın kanını belirli zamanlarda alarak tümörün genetik haritasını anlık çıkarabiliyoruz. Bu kişiye özel tedavinin en ileri noktası… “
Dünyada 20 merkez yapıyor
Acıbadem Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Enis Özyar ile de kanser tedavisi için yeni geliştirilen bir cihazı konuştuk. Dünyada sadece 20 merkezde olan, Türkiye’de ise bir tek Dr. Özyar ve ekibinin kullandığı bu cihazın normal radyoterapi cihazlarından farkı içerisinde MR cihazı bulunması… Dr. Özyar “Bu sayede tümörü ve çevre dokuları çok daha iyi görme şansımız oldu. Normal radyoterapide yani ışın tedavisinde hastanın tümörünün birinci gün fotoğrafını çekip, ona uygun bir tedavi planlıyorduk. Ve tümör hep aynı yerde kalacakmış gibi davranıyorduk. Ama tümörün yeri kısmen değişebiliyor. Öyle bir durumda tümör eksik doz tedavi alabiliyor ve başarı şansı düşüyordu. Başarı şansını artırmak için geniş alan ve yüksek doz tedavi uygulayınca da çevre doku ve organlar hasar görebiliyordu. Şimdi ise bu cihaz sayesinde her seansta tümörün tam olarak nerede olduğunu görebiliyoruz. Bu sayede çok daha küçük alandan ve çok daha etkili dozda bir tedavi yapabiliyoruz. Böylece hem çevre dokulara çok daha az zarar veriyoruz hem de tedavinin başarı şansını ciddi şekilde artırıyoruz. Örneğin pankreas kanserinde ameliyat yapılamadığında, hasta bize geldiğinde, önceden yüzde 20 olan lokal başarı şansını bu yöntemle yüzde 80’e çıkardık. Ayrıca eskiden yapamadığımız bazı tedavileri de bu sayede yapabilir olduk. Düşünün ki karaciğerin kenarında bir kanser var. Ameliyatla alınamıyor. Radyoterapi ile de çevre dokulara zarar vermemek adına dokunamıyoruz. Ama bu akıllı radyoterapi yöntemi ile tedavi edebiliyoruz. Çünkü görebiliyoruz. Bunu şöyle özetlemek mümkün; normal radyoterapi gözü kapalı bir basketbolcunun potaya topu atması gibi biz ise bu yeni yöntemle gözü açık bir şekilde hedefe atıyoruz” diyor. “Cihaz ülkemizde bir tane olduğu için tüm ülke nüfusunda bu tedaviye en uygun hastalara ulaşmak önemli. Bu cihaz en çok tümörü yayılmamış, karın veya akciğer bölgesinde sınırlı kalmış ama ameliyat da yapılamayan primer veya metastatik hastalar ve erken evre prostat kanseri gibi primer kanserlerde çok büyük bir umut ışığı oldu” diye de vurguluyor.