Yeni araştırmalara göre cildimizi sağlıklı ve genç tutmak için serbest radikallerin proteinlerimize saldırmasını önlememiz gerekiyor. Bunu öğrendiğinden beri araştırmacılar proteinlerimizi koruyan aktif maddeler üzerinde çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta Hırvatistan Split’te bir araştırma enstitüsündeydim. Mediterranean Institute for Life Sciences’ın doğal güzellikleri insanı masal diyarında gibi hissettiriyordu. Enstitüde Bioderma ve Institut Estederm markalarının bir çatıda toplandığı NAOS’un da araştırma laboratuvarları var. Laboratuvarları gezerken araştırmacılardan güncel araştırmalarının sonuçlarını dinledim. Bir yandan da enstitüde düzenlenen “The Ecobiology Summit”te dermokozmetikte yeni bir yaklaşım olan ekobiyoloji hakkında fikir sahibi oldum.
Ekobiyoloji cildimizin çevresiyle ve vücudun işleyişiyle uyumunu anlamaya çalışan bir bilim ve bu yaklaşıma göre sağlıklı bir cilde sahip olmak için cildi korumanın yanı sıra savunma sistemlerini ve doğal mekanizmalarını güçlendirerek dış çevreye adaptasyonunu artırmak gerekiyor. Yani uzmanlar sadece güneşten korumak yerine, cildi maruz kalacağı güneşe adapte ederek uğrayacağı zararı en aza indirmekten bahsediyor. Ekobiyoloji yaklaşımını anlatan, NAOS Araştırma ve İnovasyon Direktörü Eric Perrier ile günümüzde herkesin engellemek için çabaladığı yaşlanma sürecini de konuşuyoruz. Perrier’e göre ultraviyole ışınları, çevre kirliliği, stres ve sigara gibi faktörler serbest radikal oluşumunu artırıyor. Bu durum da DNA’ya zarar vererek yaşlanma sürecini beraberinde getiriyor. Ancak sağlıklı bir hücrede enzimler ve proteinler bu hasarı onarıyor. İşte tam bu noktada proteinlerin, yaşlanma sürecine etkilerine dair çok yeni bilgiler var. Şöyle ki DNA’yı onaran proteinler hasar görürse, proteinleri onaracak bir mekanizmamız olmadığı için hücre hasarı çok büyük oluyor. Serbest radikaller proteinlere, onları karboksilleyerek saldırıyor. O hale gelen proteinler hücre tarafından toksik maddeler olarak algılanıyor. Cilt bu proteinleri aminoasitler yardımıyla temizlemeye çalışıyor. Temizlenemeyecek kadar çoğaldığında ise hücre ölümü gerçekleşiyor. Bu da yaşlanma belirtileri olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelişmeler ışığında bilim dünyası artık onarım mekanizmasının görece daha iyi çalıştığı DNA’lar yerine, proteinlere odaklanmaya başladı.
Cilt hasarı azaltılacak
Serbest radikallerin proteinlere saldırmasını önlemek için antioksidanların kullanılması gerekiyor. Likopen içeren domates, beta karoten içeren havuç yemek antioksidan alımı için iyi örnekler ama yeterli değil. En iyi antioksidanlar olan saf E vitamini ve beta karoteni bile kullansak oksidasyon sürecine karşı yüzde yüz etkili olamıyoruz. Perrier “Yeni çalışmalarla proteinlerin okside olmasını engelleyecek şekilde, onları sararak dış etkilere karşı korumamız gerektiğini öğrendik. Bu proteinleri koruyan aktif maddeleri geliştirirken, ekstrem ortamlarda yaşayan canlı metabolizmalarını inceledik. Çöllerde yaşayan bitkilerde, ekstrem ısı farklarında hayatını sürdürebilen hayvanlarda bulunan ektoin ve betain gibi proteinlerin; aşırı ısınmaya, aşırı nem kaybına karşı canlıyı koruduğunu keşfettik. Buna ‘Chaperone etkisi’ deniyor. Biz de buna benzer bir içerik üzerinde çalıştık. Institut Esthederm markası altında bu yeni molekülü sunmanın eşiğindeyiz. Bu bir tür karotenoid. Bu içerik sayesinde ciltte oluşan serbest radikal hasarını yüzde 90 oranında azaltabiliyoruz” diyor.
Bu yaklaşımın faydaları antiaging etkiyle de sınırlı değil. Çünkü sağlıklı ciltle sorunlu cilt kıyaslandığında farklı protein türlerinin okside olduğunu gösteren araştırma sonuçları var. Araştırmacılar sedef hastalarında 20 tür proteinin okside olduğunu tespit etti. Bu gelişmeler cilt sorunlarının daha ortaya çıkmadan önlenebileceği bir geleceği işaret ettiği için heyecan yaratıyor.
Mükemmelliğe sadelikle ulaşılır
Ekobiyoloji yaklaşımına göre kullanılan ürünlerdeki aktif madde sayısı ve oranı optimumda olmalı. Ayrıca aşırı temizleyicilerden, cildi köpürten deterjan maddelerden kesinlikle uzak durulmalı. Yani bu yaklaşım Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint-Exupery’nin de dediği gibi; “Mükemmelliğe ekleyecek bir şey değil, çıkaracak bir şey kalmadığında ulaşılır” felsefesine dayanıyor. Günümüzde insanlar ciltlerini kimyasallara özellikle de yüksek dozda ve sürekli maruz bıraktığından, hassas ciltli insan sayısı giderek artıyor. Ayrıca cildin sağlıklı kalması için çaba sarf edilmediğinde yaşlılıkta cildin bariyer fonksiyonu bozuluyor ve her şeye aşırı reaksiyon veriyor. Kaşıntı probleminin yaşlılarda sık görülmesi de bunun bir sonucu... Sağlıklı bir cilt içinse, dermokozmetik ürünlerle cildi korumanın yanı sıra antioksidan ağırlıklı kaliteli gıdalar tüketmek, stres ve sigara gibi olumsuz etkenlerden uzak durmak, yeterince uyumak ve ruhumuzu iyi beslemek gerekiyor.