“Yargının tasarrufunu bize fatura edemezsiniz...”
Başbakan ve bakanları, gazetecilikten başka faaliyeti olmayan meslektaşlarımızın gözaltına alınmasında rolleri olmadığını yukardaki sözlerle kanıtlamaya çalışıyorlar. Evet... Anayasa değişikliği ile HSYK’yı Adalet Bakanlığı’na yani iktidara bağlamamış olsalardı bu sözlerin anlamı vardı. Ama yargıyı istedikleri gibi kurguladılar. Özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcılarını kendilerine göre kadrolaştırdılar. İktidar yargısı yarattılar. Bunu yapanlar yargının her türlü tasarrufunun sorumluluğunu almaktan da kaçınmamalı öyle değil mi?
Gazetecilere yönelik saldırılar sanırız iktidarı da tedirgin ediyor. Çünkü daha özgürlükçü ve daha demokrat bir Türkiye masalıyla yapılan Anayasa değişikliğinin kokusu erken ortaya çıktı. Ergenekon sürecinin muhaliflere yönelik sindirme harekâtına dönüştüğü tabak gibi görüldü. “Yetmez ama evet”çiler de iktidarı savunamaz oldu. İktidar devlet içinde gelişmesine göz yumduğu malum grubun kontrolünü elinden kaçırmış gibi görünüyor? Sizde de öyle bir duygu var mı?
* * *
Profesör Yalçın Küçük’ün evinde 22 bin sayfa nota el konulmuş. Bu sayfaların tek tek Yalçın Küçük ve avukatları tarafından paraflanması lazım. İlk gün 2 bin sayfa paraflanabilmiş. Hesap edin gerisini...
TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre Türk halkı çok mutlu ve geleceğe umutla bakıyormuş.
Araştırmayı yurtdışında yaşayan Türkler arasında yapmış olmalılar...
* * *
Soru: Arap dünyasındaki liderlerin çok büyük servet sahibi olması neyi gösteriyor?
Yanıt: En büyük maddiyatçıların maneviyatçılar arasından çıktığını...
Haldun Ertem
Cemil Çiçek, son gözaltılarla ilgili, “Savcılar hükümetten izin almıyor” demiş.
Cesaret aldıktan sonra izin almaya ne gerek var ki?
* * *
Balbay ve Özkan, “içeride can güvenliğimiz yok” demişler.
Olabilir... Ama en azından içeri atılma tehlikeniz yok!
Fahrettin Fidan
Cunta günleri
12Eylül’ü gazeteci olarak yaşadık. Evet korkulu günlerdi ama...
Hiç değilse adı konmuştu...
Biliyordunuz ki iktidarda bir cunta var ve onun koyduğu sıkıyönetim yasaları geçerli.
Yasakların nerede başlayıp nerede bittiğini biliyordunuz.
Ve o döneme geçici bir sıkıntı olarak bakabiliyordunuz.
Askeri yönetimi eleştirmek yasaktı ama.. Övmek de (yalaka değilseniz) zorunlu değildi.
Medya taraflı yayına bugünkü kadar zorlanmıyordu...
Bakanları da ucundan kıyısından eleştirebiliyorduk.
Saygı Öztürk Sözcü’de yazdı dün...
12 Eylül döneminde aşırı sol örgütle ilişkili oldukları gerekçesiyle 31 gazeteci tutuklanmış
Ankara’da sadece 2 gazetecinin evi aranmış...
Sırf gazetecilik yaptıkları, kitap yazdıkları için evi basılan, tutuklanan gazeteci yok.
Bugün 50’den fazla gazeteci hapiste.
Böyle bir dönem hiç yaşanmadı...
Voltaire...
“Söylediklerinize katılmıyorum ama onları söyleme hakkınızı ölümüne savunurum...”
Bu söz kime ait?
Kime sorduksa Voltaire’e aittir, dediler...
Soruyu Paris’te yaşayan Türk ve Fransız birkaç dosta uzattık... Onlar da:
- Tabii ki Voltaire, diye yanıt gönderdiler...
Özgür Mumcu Radikal’deki son yazılarından birinde bu “ezber”e kuşku düşürmüştü.
Meraklanıp bilgi rica ettik gönderdi...
Söz aslında Evelyn Beatrice Hall tarafından söyleniyor.
Bu İngiliz hanımefendi, Stephen G. Tallentyre takma adıyla yazdığı “The Friends of Voltaire” adlı kitapta bu cümleyi Voltaire’in düşünce bütününü özetlemek için kullanıyor...
“I disapprove of what you say, but I will defend to the death your right to say it.”
“Söylediklerinize katılmıyorum ama onları söyleme hakkınızı ölene kadar savunurum...”
Hall sözü tırnak içine aldığından Voltaire’e ait olduğu izlenimi yayılıyor. Readers Digest dergisinin 1934 yılı Haziran sayısında bu söz “Voltaire” imzasıyla aktarılıyor.
Beatrice Hall, 1935 yılında başka bir dergiye yaptığı açıklamada ifadenin Voltaire’e ait olmadığını, Voltaire’in “Kendin için düşün ve bırak diğerleri de kendileri için düşünsün” gibi fikirlerinden hareketle, ifadeyi kendisinin kullandığını anlatıyor. Kimse oralı olmuyor. Bayan Hall’a Thomas Jefferson’ın “İnsan aklının ve basının özgürlüğünü korumak için, her ruh kendini şehit olmaya adamalıdır” şeklindeki sözü de esin vermiş olabilir. Ama ne olursa olsun... O özdeyiş çoktan Voltaire’e atfedilerek dünyaya yayılmış... Aradan 75 yıl geçtiği halde yine öyle biliniyor... (Fakat siz doğrusunu öğrenmiş bulunuyorsunuz:)