Melih AŞIK
Atatürk'ü Time Dergisi'nin
"asrın devlet adamı" yarışmasında birinci yapacağız derken hızımızı alamayıp ve sıralamayı şaşırıp
Einstein'dan daha iyi bilimadamı,
Elvis Presley'den daha iyi şarkıcı konumuna getirmemiz bu defa da
"Herald Tribune" gazetesinde gırgır konusu oldu. Gazetenin Türkiye muhabiri
Stephen Kinzer pazar günü birinci sayfadan yayınlanan yazısında Time'ın oylamasını Türkiye'den sonra en çok Yunanistan'ın ciddiye aldığını, komşumuzun da
Atatürk birinci olmasın diye
Churchill'e yüklendiğini yazıyor. Bu arada bir espri de Amerikalılar patlatmış... Oylarını Watergate skandalının flaş isimlerinden
Gordon Liddy'e yağdırarak onu dördüncü duruma getirmişler. Yarışmanın giderek cılkı çıkıyor anlayacağınız... Bu arada bir merak...
Acaba ABD'nin RP davasıyla ilgili olarak içişlerimize karışmasını Türkiye'den İnternet aracılığıyla kaç kişi protesto etti? Time'ın yarışmasına
Atatürk adı yağdırmak mı? Yoksa Atatürkçü ilkelerimize bir saldırı olduğunda karşı tarafı (Dışişleri Bakanlığı veya Beyaz Saray'a mesaj çekerek) protesto etmek mi? Hangisi daha somut Atatürkçülük sayılmalı?
"Büyükadada çamlar arasında bir kovukta inziva hayatı yaşayan Ergüder Yoldaş'
ı bulup kaydını yapan seçim ve sayımla görevli memurlar, Caddebostan - Bağdat Caddesi üzerinde mukim bizleri saymaya değer bulmadıkları için uğramadılar. İmza: Behzat Rızvani"
Buna benzer çok sayıda faks duruyor masamızda... Kentin göbeğinde birçok semte ya sayım memuru uğramamış, ya seçim memuru... Bizim fakirhaneye yalnızca sayım memurları geldi. İki genç hanımdan birine mesleğini ve bu işi nasıl üstlendiğini sorduk:
- Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde öğrenciyim, dedi,
bir iş için muhtara gitmiştim, sayımda çalışıp çalışamayacağımı sordu. Kabul ettim...
Yeterli olmayan kısa bir kurstan geçmişlerdi. 14 saat süren bu iş için kendilerine ne kadar ücret verileceği sorusuna yanıt alamamışlardı. Öğle yemeği için kumanya düşünülmemişti. Yanlarına aldıkları bisküvi ile doyurmuşlardı karınlarını. Böylesine mükemmel bir organizasyondu işte!
***
Eskiden hiç değilse nüfus sayımı yapmayı becerirdik. Şimdi onu bile beceremiyoruz. Neden?.. Çünkü devlette kalite düştü... Atama ve terfilerde artık adamın iş becerisine değil, yağcılık becerisine; devlete değil, partiye bağlılığına; dürüstlüğüne değil, yolsuzluklar karşısındaki hazım derecesine bakılıyor. Nitelikli adam devlet görevinden kaçıyor. Siyasetçi devleti daha iyi işletmenin değil, kendi çıkarına kullanmanın peşinde... Memur da kendi derdine düşmüş. Nüfus sayımı kimin umurunda?
Tansu Çiller bu defa doğru söylüyor:
"Bant var dediler, özel timcime iftira attılar, mahkeme kanıt isteyince yan çizdiler" diyor. Doğru... Bugün Başbakan olan
Mesut Yılmaz geçen yıl 14 Kasım günü
Arena programında
Ömer Lütfü Topal'ı üç özel timcinin öldürdüğünü söylemiş, 16 Kasım 1996 tarihli Hürriyet'te
Ertuğrul Özkök şunları yazmıştı:
"Yılmaz neye dayanarak bu kadar kesin konuşuyor? Ortada bir video kasetin bulunduğundan söz ediliyor. Peki bu kasette ne var? Bana gelen bilgiye göre, kasette
Topal'ı vurduğu iddia edilen üç özel tim mensubunun ifadeleri bulunuyormuş.
Yılmaz'a bunun doğru olup olmadığını sordum.
`Evet doğru' dedi.
`Siz bu kaseti izlediniz mi?' diye sordum.
`Görmesem böyle konuşabilir miyim?' cevabını verdi.
Öyleyse bu kaset nerede?..
`Kaset bizce bir mutemette' diyor ve ekliyor:
`Ama bu kasetteki itirafların yazılı zabıtları da var. Bunlar devletin elinde..."
***
Bu sözlerin sahibi
Mesut Yılmaz 'ın avukatları, bandı isteyen Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi'ne birkaç hafta önce şu yanıtı gönderdiler:
"Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesi olayına adı karışan... kişilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ndeki ifadeleri sırasında bu fiili işlediklerini itiraf ettikleri ve bu itirafın kasete alındığı şeklinde müvekkilimize bilgi gelmiş, ancak kasetin bir örneği kendisine iletilmemiştir...
***
Peki ortada gerçekten bir bant var mı, yok mu?..
Özel timci Ayhan Çarkın bantın varlığını doğruluyor. Teslim olmadan önce gazetecilerle yaptığı röportajlarda,
"Baskı altında - hiç ilgisi olmadığı halde -
90'a yakın cinayeti üstlendiğini" söylüyor ve ekliyor:
"Evet, banda aldılar"
Bu bant şimdi ortada yok... Peki nerede?
Mesut Yılmaz bazı baskılar yüzünden gizlemeyi mi tercih ediyor? Yoksa böyle bir bantı hiç görmediği halde geçen yıl görmüş gibi konuşarak blöf mü yaptı? Her iki halde de büyük bir ciddiyetsizlik sözkonusu...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr