Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İstanbul Maslak'ta, içeri girdiğinizde bir Batı üniversitesi'nin temizliği ve düzeniyle sizi karşılayan... Işık Vakıf Üniversitesi'nde"Devlet ve Vakıf Üniversitelerinin Bugünü ve Geleceği..." tartışılıyor.
       İ.Ü. Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu, vakıf üniversitelerinin hızla çoğaldığını, 54 devlet üniversitesine karşılık 18 vakıf üniversitesi oluştuğunu, bu üniversitelerin bir yasa ile çerçevelenmediğini, öğretim kalitesinin denetlenmediğini anlatıyor ve böyle giderse 1970'lerde pıtrak gibi çoğalan ama sonra hep birlikte çöken özel üniversitelerin akıbetinin tekrarlanmasından korktuğunu ekliyor.
       Panele katılanlar üniversitenin yalnızca eğitim - öğretim değil aynı zamanda araştırma ve bilim kuruluşu olması gereğinin üzerinde birleşiyorlar.
       Devlet üniversitelerinin ikinci yakınması, yetiştirdikleri nitelikli öğretim üyelerinin cazip ücretlerle vakıf üniversitelerine çekilmesi.
       İTÜ Rektörü Gülsün Sağlamer, öğretim üyesi sayısının belli olduğunu, bu sayı artmadıkça yeni vakıf üniversiteleriyle öğrenci kontenjanı arttırmanın kalite artışı değil azalması yaratacağını anımsatıyor.
       Özel üniversiteler arasında Koç veya Bilgi Üniversitesi gibi hakkında övgü duyduğumuz birkaç üniversite dışında... Diğerlerinden aynı olumlu haberleri alamıyoruz maalesef. Kimileri hiçbir yere giremeyen öğrencileri tıp fakültesine kabul ediyor örneğin. Ve nasıl bir tıp eğitimi verdikleri denetlenemiyor.
       Özeti... Vakıf üniversiteleri kurulmadan tartışılması gereken sorunlar... Atı alan Üsküdar'ı geçtikten sonra tartışılıyor. Ve Ankara'daki siyaset oyuncuları bu aşamada bile ne üniversitelerle, ne eğitimle ilgileniyor.
       Kaldı ki özel üniversite sorunu, yüksek öğretim sorununun sadece bir parçası. Sorunların büyüğü bu dağın arkasında. Üniversite hocalarının veya rektörlerin bu konuyla ilgilenmesi yetmiyor. Veliler de gözlerini açmak, siyasetçilerden daha iyi bir eğitim talep etmek zorunda. Bir konuşmacının dediği gibi... Parlamento bir ülkenin kalbiyse, üniversite de beyni çünkü...

       Herald Tribune yazarı Thomas Friedman, Endonezya'ya gitmiş. Hava alanından bir mavi taksiye binmiş. Paralı yoldan geçip Jakarta'daki Hyatt Oteli'ne inmiş...
     Â- Bu kadarı Endonezya'daki sosyal sorunları anlamaya yetti, diyor.
       Çünkü taksi şirketi de, paralı yol da, Hyatt Oteli de Suharto ailesine aitmiş.
     Â- Suharto ailesi herÅŸeye sahip, diyor yazar, bir tek ÅŸey istisna: utanma duygusu...
     ÂFriedman, Endonezya'daki rejime "Kleptokrasi" adı veriyor.
       Yani hırsızlar düzeni...
       Ve şu sonuca varıyor:
     Â- Günümüzde büyük ayrım artık komünist ülkeler ile liberal ülkeler arasında deÄŸildir. Ayrım, serbest piyasa kleptokrasisiyle, serbest piyasa demokrasileri arasındadır...
       Burada bir soru: Türkiye demokrasi midir, kleptokrasi midir?
       Kleptokrasi sadece baştaki ailenin çalıp çırpması mıdır? Talancı ve hırsızların iktidarları avucunun içine alıp hazineye hortumu dayaması aynı yola çıkmaz mı? Yeni kimliğimiz üzerinde düşünmeliyiz...

       Kentlerimizin dörtbir yanı göz tırmalayan çirkinliklerle dolu. Bahçe duvarı gibi bordürler. Tank barikatı gibi kaldırımlar. Anlamsız çıkıntılar. Varoşlardaki çirkin yapılaşma...vb... Bizde pek bilinmeyen... "Görüntü kirliliği" diye bir kavram var Batı'da... İnsanı psikolojik olarak yoran, ruhunu karartan bir olgu bu. Bizi de yoruyor kuşkusuz. Ama bilincine varamıyoruz. YAPI Dergisine "Bu rezalet önlenemez mi?" başlığıyla bir yazı yazan Mimar Şükrü Sürmen diyor ki: "İnsanı ölçü almayan ve onun şehirdeki mutluluğunu kavrayamayan anlayış, çirkinlik düzlemini genişletiyor, geliştiriyor..." Ve maalesef kentli; gözünü yoran, yürüyüş özgürlüğünü yok eden bu rezalet yapılaşmayı olduğu gibi kabulleniyor.

       Bundan üç hafta önce... Kümede kalma mücadelesi yapan Şekerspor takımı Fenerbahçe ile Ankara'da yapacağı maça hazırlanıyor. Maç Fenerbahçe'nin şampiyonluğu açısından da hayati önemde. Maçtan iki gün önce Şekerspor Kalecisi Murat Karasu'ya bir telefon geliyor. Telefondaki Özcan adlı şahıs, kaleci Murat'a, "Fenerbahçe'nin maçı almasına yardımcı olduğu takdirde 100 bin dolar ödeyeceğini" söylüyor. Murat durumu derhal kulüp yetkililerine bildiriyor. Kulüp Başkanı Cengiz Sezer, Murat'a teklifi kabul etmesini söylüyor. Aynı zamanda durumu Emniyet'e bildiriyor. Şikeci şahıs maç günü Ankara'da olacağını bildiriyor. Şekerspor kampta olduğu için Murat'la buluşması gerçekleşmiyor. Ancak maça yarım saat kala Şekerspor soyunma odası civarında beliriyor. Soyunma odalarına rakip takım ve idarecilerinden başka kimsenin girebilmesi zor. Bu şahıs hemen dikkati çekiyor. Polis şikeciyi yakalıyor. Bir odaya alınan şikecinin üzerinde para bulunmuyor. Ancak biraz sıkıştırılınca İstanbul'da Fenerbahçe kulübüyle bağlantılı bir isimden (yönetimde değil ama kulüple ilgili bir kişi) maçı bağlamak için para istediğini, bu isteğin kabul edildiğini, yanına o kişi tarafından Ufuk adlı ikinci bir kişi verildiğini itiraf ediyor. Parayı veren kişinin adını da tanıklar önünde veriyor.
       Konu mahkemeye intikal ediyor. Dava açılıyor. Şikeciler serbest bırakılıyor.
     ÂCengiz Sezer ertesi gün yaptığı basın toplantısında olayı basına anlatıyor.
       Kulüp adı vermiyor. Çünkü şikeci şahıs hedef saptırıyor da olabilir. Küme düşme hattındaki diğer kulüpler tarafından kiralanmış olup suçu Fener'e atması da mümkün. Cengiz Sezer o yüzden kulüp adı vermiyor. Ama ilk akla gelen adresin Fenerbahçe olduğu sözlerinden anlaşılıyor.
     ÂCengiz Sezer ertesi gün hayretler içinde kalıyor.
       Diğer sözleri basında yer almış ama şike ile ilgili olanların tek bir kelimesi spor sayfalarına girmemiştir.
       O gün bugün tek bir gazete, tek bir yazar bu konuya değinmiyor.
       Fenerbahçe Kulübü kalkıp:
     Â- Olay soruÅŸturulsun. Gerçek ortaya çıksın. Kimse Fenerbahçe'nin adını bir kirli ÅŸike olayına karıştıramaz, yollu bir açıklama yapmıyor.
       UEFA Tahkim Kurulu üyesi Levent Bıçakçı sorumuz üzerine:
     Â- Avrupa'da böyle bir olayda futbol federasyonu derhal idari tahkikat açar, diyor.
       Ancak Türk Futbol Federasyonu konuyla hiç ilgilenmiyor.
       Aradan üç hafta geçtiği halde ne kaleci Murat'ın, ne Şekersporlu yöneticilerin ifadesine başvurmuyor.
       Evlenmek üzere olan, paraya ihtiyaç duyan ama 100 bin doları elinin tersiyle iten bir futbolcuya bu "ahlaklı" davranışından ötürü alkış tutmak, ödül vermek falan da kimsenin aklına gelmiyor.
       Ve biz bu tablodan "temiz futbol, dürüst spor" çıkmasını bekliyoruz. Çok bekleriz.


Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr