OŞehir Senin Bu Şehir Benim... Turne Anıları... Ünlü sanatçıların turne anılarını Tarık Dursun K. derlemiş... "Literatür Arkapencere" yayınları basmış... Altan Erbulak, İzmit’e düzenledikleri turneyi anlatıyor.
Salon hıncahınç dolu. Vali, Belediye Başkanı, Ağır Ceza Reisi tam kadro salonda. Millet gülmekten yerlere yatıyor. Ancak Ağır Ceza Reisi’nin yüzü bir türlü gülmüyor. Oyun bitmiş. Herkesi almış bir merak. Bu adam neden gülmez? Sonunda Erol Günaydın işin sırrını çözmüş:
- Biz Ağır Ceza Mahkemesi’ne gidince gülüyor muyuz birader? O da bize gelince gülmüyor. Ödeşmiş oluyoruz...
***
Kitapta 1940 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun yayımladığı Türk Tiyatrosu adlı bir derginin yazısı... Yazıda bir tiyatro elemanının şu satırları gözümüze çarpıyor:
- Bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin çizdiği programla en ufak kasabalara kadar gidip temsil vermek vazifesini üstüne almış birer insanız...
O günden bugüne değişen ne...
Bugün İçişleri Bakanlığı genelgesiyle tiyatro oyunu sahnelenecek salonlar için öyle abes standartlar şart koşuluyor ki... Değil anadolu ilçeleri, (eğer Emniyet göz yummaz ise) illerinde bile oyun sahnelemek mümkün değildir.
Eksik yaşa ki tam ölmeyesin.
Amerika eğer Irak’a saldırırsa biz bu savaşın dışında kalamayız. Mutlaka bir biçimde savaşa katılmamız lazım...
Altan Öymen dün bir kahve sohbetinde bu klasik terane dile getirilince dedi ki:
- Diyelim ki önünüzde adamın biri silahını çekerek masum birini öldürüp soymaya kalkışıyor. Siz "Ben bu duruma seyirci kalamam bir biçimde silahlı saldırgana yardımcı olmalıyım", diyerek cinayete ortak oluyorsunuz. Bunun insanlıkla, ahlakla, hukukla bağdaşır yanı var mı?
"Şeytanla dans edersen şeytan değişmez; seni değiştirir..."
Pırıl pırıl bakışlarla bir öğrenci mangası girdi kapınızdan içeri.. Kendileri gibi rengârenk çiçeklerden oluşmuş bir buketle... Ve Türkiye’de neredeyse utanarak ağza alınan ama en soylu sloganı 3700 imzayla masamıza koydular:
"Savaşa hayır"
Kültür Koleji öğrencilerinin "Karakter Eğitimi" kapsamında bu ayki etkinliği "Barışçıl olmak" imiş... Konuyla ilgili olarak "Savaşa Hayır" kampanyası başlatmışlar... Ana babalarını, akrabalarını, komşularını da kampanyaya katarak 3700 imza toplamışlar.... Böylece hem kendi geleceklerine hem ülkenin onuruna, hem Iraklı kardeşlerine sahip çıkmışlar...
Kutluyoruz her birini ve değerli öğretmenlerini...
"Biriyle tanıştığınızda ilkönce farklılıklarınızı görürsünüz ama zaman geçtikçe benzerlikleri fark etmeye başlarsınız. Sanırım tüm dostluklar böyle başlar."
Amerika neden ısrarla Irak’a saldırmak istiyor?
Saf bir gazete okurunun bu soruya vereceği muhtemel yanıtlar:
- Irak’ın başına daha güler yüzlü bir yönetici getirmek için...
- Irak’ta katılımcı demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlerliğe kavuşması için.
- Hakkımız olan Kerkük ve Musul petrollerini Irak’tan alıp bize iade etmek için.
Peki gerçek nedir?
Onu da İktisatçı Mustafa Sönmez’in notundan okuyalım:
"Türkiye, bu operasyonu, Saddam’ı devirme ile sınırlı basit bir operasyon olarak görüyorsa çok yanılır. ABD, bu operasyonla, dünya petrol sistemine, enerji maliyetlerine devasa bir müdahalede bulunuyor. Bu operasyonla, satranç tahtasında AB’ye, Rusya’ya karşı üstünlük hamlesi yapıyor, Orta doğu dengelerini yeniden şekillendiriyor..."
Irak’tan sonra sıra "Şeytan üçgeni"nin ikinci ayağı olan İran’a gelecek. ABD’nin Türkiye’den Erzurum ve Muş üsleriyle Trabzon Limanı’nı istemesi bunun açık göstergesi...
Kanunsuz Şerif, Ortadoğu haritasını yeniden çizerken Türkiye’yi de unutmayacaktır. Hele de 80 bin askerle Diyarbakır’a yerleşme izni alırsa değmeyin keyfine... Her türlü arzusu kendiliğinden gerçekleşecektir.
Kerkük Musul derken evdeki pirinçten olmamız büyük olasılıktır...
Aklımızı başımıza toparlayalım...
Kiminle dans ettiğimizi unutmayalım.