Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimine neredeyse saatler kaldı.
Artık yarından sonrasını da düşünmenin vaktidir.
Partiler seçim kampanyasında her türlü ölçüyü aşan vaatler verdiler. Mevcut kaynaklarla bu vaatleri karşılamaları imkânsız. O yüzden doğal olarak yeni dönemde yine halkın kesesine müracaat edecekler. Çünkü kısa dönemde üretimi artırmak ve ekonomiyi bu yoldan düzlüğe çıkarmak mümkün değil.
Vaatler o kadar yüksekten uçtu ki… Halkın önemli kesiminde yeni dönemle birlikte ekonominin hemen düzeleceği, birçok alanda hemen ferahlama yaşanacağı beklentisi oluştu. Bu durum yeni dönem iktidarını zora sokacak. Çünkü geçen dönemlerden de biliyoruz ki zaten daralmış olan halk verilen vaatlerin en kısa zamanda gerçekleşmesini bekler. Bunlar geciktiği takdirde yeni iktidara karşı eleştiri toplarını ateşler.
Bir başka sıkıntıyı anımsatalım. Eğer yarınki birinci turda çoğunluk sağlanmazsa cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalacak. İkinci turun yapılmasına kadar geçecek 14 gün içinde yine seçim gerilimi yaşayacağız.
Bir sıkıntı daha… Eğer Meclis’te hiçbir parti çoğunluğu sağlamazsa bu da yeni dönemde yeni baş ağrılarının sebebi olacak.
Özetle… Seçimle birlikte sıkıntılar bitmiyor. Kim seçilirse seçilsin, yeni dönemde yoğun sıkıntılar bizi bekliyor. Halka gerçekleri acı da olsa kabullenmek ve sabırlı olmak düşüyor.
Sedef hastası
Yakınımız sedef hastalığına yakalanmış. Sedef, malumunuz, deniz kabuklularının içinde oluşan değerli bir taştır. Takılarda veya süslemelerde kullanılır.
Sedef aynı zamanda tehlikeli bir hastalığın adı. Vücutta kızarıklıklar ve üzerlerinde sedef renkli kabuklar oluşuyor. Bunlar çoğu zaman kaşıntı yapıyor. Bazen romatizmaya yol açıyor. Neden kaynaklandığı bilinmiyor. Kesin tedavisi de bulunmuyor. İlaçlar bir süre hastalığı yavaşlatıyor. Ancak sonradan yine nüksediyor. Yakınımız bir özel hastanede muayene olmuş. 2100 lira ödemiş. Hekimin yazdığı ilaçları kullanmış. Ancak iki hafta sonra hastalık geçmediği gibi, daha da kötüleşmiş. Yakınımız hemen hastaneyi aramış. Kontrole geleceğini söylemiş. Telefondaki görevli:
- İki hafta sonra kontrol olmaz efendim, demiş.
- Neden?
- Kontrol için verilen süre 10 gündür.
- Peki, ben şimdi ne yapacağım?
- Tam ücret ödeyeceksiniz.
Yakınımız konuyu merak ediyor, diğer özel hastaneleri arıyor. Kontrol sürelerini soruyor. Acıbadem Hastanesi makul: Bir ayda üç kez kontrol hakkı tanınıyor. Bir başkasında sadece 15 gün. Bu kontrol süresi her hastaneye göre değişiyor. Oysa bir cilt hastalığının iyileşme süresi belli. 10 veya iki hafta sonucun görülmesi için yeterli değil. Hasta bu durumda ikinci kez tam ücret ödemeye mecbur bırakılıyor. Yakınımız bir özel hastanede cildiye muayene ücretinin 3500 lira olduğunu, bunu duyunca şaşırıp kaldığını ekledi. Bu işlerde hiç ölçü, ayar falan yok mu? Maalesef yok...
GÜLÜCÜK
Okurlarımız olsun, eş dost olsun, bana destek olmak amacıyla sık sık fıkra anlatıyorlar. Ne var ki benim yıllardır işim gereği yaza yaza bilmediğim fıkra da hemen hemen kalmadı. O yüzden bildiğim bir fıkra anlatmaya başladıkları zaman, nezaketsizliği de göze alarak, biliyorum bu fıkrayı diyor, onları daha fazla yorulmaktan kurtarıyorum.
Yeri gelmişken, sizin bilmediğinize emin olduğum bir fıkra gibi olayı buraya iliştireyim.
Geçmiş zaman… Bir Karadenizli vatandaş aradı. Başladı peş peşe fıkra anlatmaya. Ancak anlattığı fıkraları da biliyorum. Her defasında “Bunu biliyorum” diyerek sözünü yarıda kesiyorum. Sonunda sinirlendi Karadenizli arkadaş. Ne dedi biliyor musunuz:
- Ha pir tane bilmediğun fıkra soyle de onu anlatayum.
PAMUK
Ünlü yazar Orhan Pamuk, “Öteki Renkler” adlı kitabının bir yerinde (s. 295) şöyle diyor:
“Ben bütünü görmekten hoşlanırım. Bir İstanbul romancısıyım ve şimdiye kadar hiç kimse benim kadar İstanbul’un bütününü yataylamasına ve dikeylemesine yani derinlemesine, tarihine ve ruhuna işleyen ve konumunu denizlerin üzerine yerleşişini, uzanışını, kapsayıcı bir şekilde görmedi. Benim yazıhanemin gördüğü manzaranın bir romancıya yakışan böyle bir ayrıcalığı var. Buradan gördüğüm her şeyi hak ettiğimi düşünürüm bazen.”
Abdülhak Şinasi Hisar’dan Refik Halid’e, Ahmet Rasim’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Hüseyin Rahmi’den Evliya Çelebi’ye, Cahit Kayra’dan Pierre Loti’ye İstanbul’da yaşayan onlarca yazar bu kenti yıllar yılı yatay ve dikey şekilde görememiş de... Orhan Pamuk görmüş. Kendi iddiası böyle. Katılan olur mu?