Melih AŞIK
Susurluk skandalı üzerine
"en çok konuşan adam" nihayet içerde... Evet... Önce TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'nda, sonra TV ekranında doğrudan kamuoyuna yaptığı açıklamalarla tanınan Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkan Yardımcısı
Hanefi Avcı, "devlet sırlarını ifşa ettiği" gerekçesiyle tutuklanıp hapse kondu...
Peki... Devlet sırlarını nasıl ifşa etmiş, derseniz... Şöyle:
MİT mensubu
Mehmet Eymür'ün kendisinden davacı olması üzerine açılan davada mahkemeye savunma veriyor.. Savunmanın bir yerinde,
Eymür'ün
"bir suçluyla" telefon konuşmaları yaptığını öne sürmüş.. Bu arada
"soruşturulması istemiyle" tarafların telefon numaralarını da vermiş.
Eymür'ün
"iş telefonu" böylece ifşa edilince (!) devlet sırrı da ifşa edilmiş oluyor. MİT yeni bir suç duyurusu yapıyor,
Avcı hapsi boyluyor. İşin
"teknik" ayrıntısı bu...
Konuyu biz yine Susurluk konusunu yakından takip eden bir hukuk adamına; Avukat
Ergin Cinmen'e danıştık. İşte söyledikleri:
- Hanefi Avcı Susurluk olayının tam göbeğindeki insanlardan biri. Bu tip ilişkileri çok iyi biliyor. Hatta son olarak Siyaset Meydanı'nda
"çok daha fazla şey bildiğini, devletin kararlılık göstermesi halinde bunları da açıklayacağını" söylemişti. Tutuklama kararı tam bundan sonra çıktı. Açıkça susturmak istiyorlar. Sadece onu değil, müstakbel konuşacakları da...
Avcı'nın tutuklanması, Başbakan
Yılmaz'ın bel bağladığı
"Pişmanlık Yasası"yla tam çelişki halindedir. Bundan böyle Pişmanlık Yasası da çıkarsanız işe yaramaz...
Ve gazeteci
Soner Yalçın'ın dün telefonda aktardığı yorum:
- Avcı'nın tutuklanmasının özeti şu:
"Sus, susmadıkça sıra sana gelecek!.." Avcı'nın belli bir cepheyi
"koruduğu", bir başka cepheyi ise
"hedef aldığı" eleştirileri var. Açıkçası ben verdiği
"bilgi"ye bakıyorum. Yani bu adam, şunu veya bunu yapıyor;
"a" niyetiyle veya
"b" niyetiyle bunları söylüyor olabilir. Zaten biliyoruz ki, hiç kimse
"kamuoyu aydınlansın" diye yapmıyor bu işleri. Kendi aralarındaki çatışmalardan doğuyor. Ama biz gazeteciler için sonuç önemli. Sonuçta ne olmuş?. 5 söylemişse 3'ü doğru çıkmış.. Bu sonuçlardan hareketle olayları aydınlatmaya çalışmalıyız. O yüzden
Avcı'nın tutuklanmasını kendisine ve
"konuşan" insanlara verilmiş bir mesaj olarak görüyorum...
Son haftalarda demokrasiden ve insan haklarından o kadar çok söz ettiler ki... Biz de partileri kapatıldığı için değil, gerçekten demokrasinin önemini kavradıkları için demokratlaştıklarını düşünmeye başlamıştık. Fakat o da ne!.. Şimdi başladılar
"istişare" yoluyla yeni partiye lider seçme çalışmalarına...
Erbakan ve bir avuç arkadaşı yeni liderin kim olacağı konusunda sürekli
"istişare"deler...
Demokrasilerde bizim bildiğimiz önce parti kurulur, partinin genel kurulu toplanır, lider ve yöneticiler orada seçilir. Bunlar tersini yapıyorlar. Lider,
Erbakan ve arkadaşlarınca seçilecek, sonra yeni partinin delegelerine onaylatılacak. Demek ki, yeni parti yönetimi tabanı değil, eski partinin ağalarını temsil edecek. Tabandan değil, onlardan alacağı işaretlere göre rota izleyecek...
Demokrasi bunun neresinde?..
İngilizlerin siyasi mizah dergisi
"Private Eye"ın kapağında
Tony Blair ile
Bill Clinton başbaşa konuşurken görülüyor.
Blair, Clinton'a soruyor:
- Irak'ın elinde kimyasal silah bulunduğuna emin misiniz?..
- Tabii eminim, diyor
Clinton; çünkü biz sattık...
Derginin iç sayfalarında iki kutulu bir karikatür göze çarpıyor. İlk karede 60'ların ABD Başkanı
Lindon Johnson görülmekte. Ayaklarının dibinde ise
Johnson'ın her isteğini yapmak için alesta bekleyen bir süs köpeği var: Zamanın İngiliz Başbakanı
Harold Wilson...
İkinci karede ise ABD Başkanı
Bill Clinton ve ayaklarının dibinde yine bir İngiliz ev köpeği:
Tony Blair...
Blair'in ABD karşısındaki kişiliksiz tavrı İngiltere'de kendi parti çevreleri dahil pek çok kişi tarafından böylesine sert eleştirilebiliyor.
Ve kimse bu eleştirilerin sahiplerine
"Saddamcı" demiyor.
Geçelim ABD'ye...
Newyork Times ve
Washington Post başta olmak üzere ABD'nin en büyük yayın organları kriz boyunca Washington'u enine boyuna sorguladılar.
Clinton yönetimini adeta soru bombardımanına tuttular:
- Madem bombardıman kimyasal silahları yok etmeyecek ve Saddam'
ı devirmeyecek, o halde neye yarayacak? Çoluk çocuğu öldürmeye mi?
- Irak BM kararlarına uymuyorsa neden cezayı BM vermiyor da, bu işe ABD soyunuyor?
- Irak'ın komşuları kimyasal silahlardan şikayet etmezken, ABD'ye ne oluyor?
- İsrail'in BM kararlarına uymaması karşısında sessiz kalan ABD, neden Irak'a çifte standart uyguluyor?
Ve benzeri sayısız soru sordu ABD kamuoyunun temsilcileri şu son üç hafta içinde... Ve Amerika'da kimsenin aklına onlara
"Saddamcı" demek gelmedi...
Birinci Körfez Savaşı'ndan 35 milyar dolar zarara uğramış olan Irak'ın komşusu Türkiye'de ise bizler;
Bülent Ecevit ve birkaç sağduyulu köşeyazarı dışında;
- Hain Saddam!..
Amerika ne diyorsa onu yap!. Yoksa çoluk çocuk bombalanmayı hak ettiğinin resmidir!.. dedik, başka birşey demedik. Yanıbaşımızda patlamış bir sorun üzerinde tartışma özgürlüğümüzü, tarafsız düşünen herkese
"Saddamcı" damgası vurarak kendi kendimize yok ettik.
Siyasetçileri ve medyasıyla kendini ABD'ye böylesine teslim etmiş bir ülkeyi elbette kimse adam yerine koymaz. Elbette ABD'nin Savunma ve Dışişleri bakanları Ortadoğu'nun en küçük ülkelerini ziyaret eder, bize uğramaz. Kendini
"sahibinin sesi" yerine koyanların sesini kimse merak etmez...
Son Körfez Krizi'nde ulusal bağımsızlık ve onur adına yine çok kötü bir tablo sergiledik...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr