Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi dün törenle yeni ders yılına başladı. Geleceğin gazetecileri umutla dersbaşı yaparken gözümüz İletişim Fakültesi’nin yayın organı Görünüm gazetesinde Gökçe Atman ile Erkan Aksu’nun araştırmasına takıldı...
Ülkemizde 22’si fakülte olmak üzere iletişim eğitimi veren tam 58 yükseköğretim kurumu varmış ve bu okullara her yıl 6 bin 500 öğrenci alınıyormuş.
Bırakın Türkiye’yi neredeyse tüm Avrupa’nın iletişimci ihtiyacını karşılayacak bu kadar çok okul açmanın mantığı mı? YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün bu soruya verdiği yanıt, dam üstünde saksağan:
- Çok talep var. Herkes istiyor. Ankara’dakilere olsun (iletişim fakültesi) ama Afyon’daki çocuğa olmasın diye bir şey olmaz.
Türkiye’deki medya kuruluşları her yıl topu topu 15 - 20 iletişim mezununa iş verebildiğine göre.. Ne yapıyor binlerce öğrenci mezun olunca?
Bu sorunun yanıtı da aynı gazetenin yan sayfasında iki çarpıcı örnekle verilmiş.
Biri, soğan çuvalları önünde poz veren 1989 mezunu Mehmet Macit Mert. Kabzımallık yapıyor.
Diğeri 1987 mezunu İsmail Yılmaz. O da Ankara Büyükşehir Belediyesi itfaiyesinde itfaiye çavuşu!
Uzun sözün özü... Milyonlarca gencin hayallerini çalan sisteme eğitim sistemi adı veriliyor ülkemizde...
"Kaybetmekten korkmuyorum ama nefret ediyorum."
Okurumuz Ahmet Mete Apak, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e soruyor:
- Banka hortumcuları hapiste iken zatı âliniz gazeteci arkadaşlara:
"Banka boşaltanları da Rahşan Hanımefendi’nin af yasası kapsamına alalım, hapisten çıksınlar ve yurtdışındaki bankalara kaçırdıkları paraları alıp geri getirsinler" demiştiniz.
Bu beyler şimdi toptan azat edildiklerine göre sizce paraları geri getirmek gibi bir niyet içinde görünüyorlar mı? Kendilerine böyle bir davette bulunmayı düşünüyor musunuz?
Tuvalet kullanıcılarının dikkatine:
Düşündüğünüz küçükse su dökmeyi
Düşündüğünüz büyükse sifonu çekmeyi ihmal etmeyiniz.
Düşündüğünüz büyük gitmemekte direniyorsa elinize fırçayı alıp müdahale ediniz.
Sonunda kazanan siz olacaksınız.
Büyükelçi Pulat Tacer, 1997 yılında yayınlanan "Siyasetin Finansmanı" adlı kitabında, çeşitli Batı ülkelerinde "siyaset - para ilişkileri"ni inceler.
Siyasetçilerin mal ve servet varlığını izlemek demokrasinin önşartıdır.
Kitap örnekler veriyor.
ABD’de Kongre üyelerinin malvarlıkları ayrıntılı olarak yayımlanıyor. Yargıçlar ve yüksek memurlar da malvarlıklarını açıklamak zorundalar...
Mal beyanları her yıl 15 Mayıs’ta yenileniyor.
Kongre üyeleri 100 doların üzerindeki her gelirin kaynağını açıklamak zorunda.
Fransa’da cumhurbaşkanı adayları, milletvekilleri, bakanlar, belediye başkanları hem göreve başlarken hem de görev sonunda mal beyanında bulunuyorlar.
Servetlerinde değişiklik olduğunda Meclis Başkanlığı’nı haberdar ediyorlar...
Peki bu işler bizde nasıl oluyor?
Bir milletvekili dostumuzu arayıp bilgi aldık dün... Dedi ki:
- Milletvekili seçilince Meclis Başkanlığı bizden mal bildiriminde bulunmamızı istiyor. Ancak bildirmezsen bir yaptırımı yok. Her şeye rağmen biz bu bildirimi yaptık. Raflarda zarf içinde duruyor...
- Peki şimdi? 4 Kasım’da Meclis’le ilişiğiniz kesiliyor?
- Kimse bizden yeni bir mal bildirimi istemedi... Böyle bir âdet yok...
- Meclis üyeliği sırasında bir milletvekilinin yükü tutup tutmadığı, malı götürüp götürmediği nasıl belli olacak?
- Belli olmayacak... Böyle bir denetim sistemi mevcut değil.
Siyaset - para, (milletvekili - avanta) ilişkisini serbest bırakmış bir demokrasi olabilir mi? Olmaz... Bizimki de demokrasi değil zaten... Hazine yağmasını seçilmişler eliyle yürüten çeteleşmiş bir sistem...
Milliyet Sanat Dergisi 30’uncu kuruluş yıldönümünü kutluyor. Türkiye’de bir sanat dergisinin 30 yıl yaşaması adeta mucizedir. Dergiyi kuran ve uzun yıllar yaşatan Zeynep Oral ve Bülent Berkman arkadaşlarımızı kutluyor, bugün aynı çabayı sürdüren Tuğrul Eryılmaz ve arkadaşlarına başarılar diliyoruz. Daha nice 30 yıllara...