Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih AŞIK

Sevgili Aydın Boysan ağabeyimiz yeni kitabına "Sev ve Yaşa" adını vermiş... Yaşamı "nimetleri" ve "külfetleriyle" bir bütün olarak sevme fikriyle giriyor söze:
"Hiç kimse, sevdiği bir besteden bazı notaların çıkarılmasını ya da değiştirilmesini istemiyor. Yaşamak dediğimiz besteyi ise bütün notalarıyla, olduğu gibi sevmekten başka çaremiz yok. Çünkü başka beste yok..."
Daha çok öykülerden oluşan kitabın neşeli muhabbetlere ayrılan bölümünden birkaç tatlandırıcı sunuyoruz aşağıda...
***
...Hıristiyan mezarlıklarında taşların üzerinde hep ölüyü öven, deyim yerindeyse göklere çıkaran sözler yazılır. Bu sözler, yüreklere dokunacak kadar da acıklıdır. Küçük oğlan, büyükbabasının elinden tutup mezarlığı baştan sona gezdi. Mezar taşlarını da okudu. Sonunda merakını yenemeyip sordu:
- Büyükbaba!.. Kötü insanları nereye gömüyorlar?..
***
Kasap müşterinin isteklerini yerine getiriyor... Karısı da ziyaretine gelmiş iskemlede oturuyor... Bir yaşlı müşteri işini bitirdikten sonra paketini alıp çıkıyor. Bu ara kadın kocasına soruyor:
- Bu ihtiyar adama neden bu kadar saygı gösterdin?.. 250 gram da cabadan verdin...
Kasap anlatıyor:
- Sen anlamazsın! bu zat benim lisede öğretmenimdi. Beni iki yıl üstüste sınıfta bıraktı., belge aldım, kasap oldum... Eğer sınıf geçirtseydi, o hevesle sanatçı, yazar falan olurdum. Çok sıkıntı çekerdik. Çeneni tut!..
***
Yemek salonunda misafirler var... Yemeğin sonuna doğru evin küçük oğlu,
"İyi geceler" diyor, yatmaya götürülüyor. Çocuk kendisini yatıran anneannesine, izlenimlerini özetliyor:
- Anlaşılan bu akşam çok önemli misafirler var...
Büyük hanımefendi hayretle soruyor:
- Nasıl anladın?..
- Annem, babamın esprilerine gülüyordu da, ondan...

Refah Partisi'nin, pardon Fazilet Partisi'nin yayın organı Milli Gazete bir süredir okuyucularına Arapça öğretiyor. Gazetenin, aynı zamanda Fıkıh köşesi yazarı da olan Mehmet Talu 'nun "Kolay Arapça" başlığı altında hazırladığı köşede önceki gün, doğmak, vaad etmek, kolay olmak, sözcüklerinin Arap harfleriyle yazılışı verildikten sonra Türkçe! açıklaması şöyle devam ediyordu:
"Masdar -ı mimi hades manası ifade ettiği için tasriflenemez. Yani tesniyesi ve cemisi olmaz.
Sülasi mücerred dışındaki (sülasi mezidün fih, rubai mücerred ve rubai mezidün fih) fiillerinin masdar -ı mimilerini yapmak için: O fiilin mechul muzarisi ele alınır, baştaki muzaraat harfi atılır, yerine mazmum bir mim getirilir.
...Kemmiyete ve keyfiyete delalet eden masdarlar da vardır. Kemmiyete yani bir fiilin kaç defa vuka bulduğuna delalet eden masdarlara 'Masdar -ı bina - ı merre ' denir ki, sülasi mücerred fiillerden vezni (Burada Arap harfleriyle bir sözcük yer alıyor) dur."
Görüldüğü gibi "Kolay Arapça" gerçekten kolay. Özellikle iyi Arapça bilenler için...

Unilever firmasının sponsorluğuyla Duran Ofset tarafından yayımlanan basılı ilk Türk yemek kitabı "Melceü't TabbƒhŒn - Aşçıların Sığınağı"nın tanıtımı hafta içinde Maçka Antik Palace'da yapıldı. Mekteb - i Tıbbiye - i Şahane hocalarından Mehmet Kamil Bey'in yazdığı kitap, ilk kez 1844'te basılmış. Peşinden 1888'e dek dokuz baskı daha.. Ve bunca yıl sonra günümüz Türkçesine uyarlanmış haliyle "onuncu baskı"yı yapıyor... Kitabı, özünü hiç değiştirmeden Türkçeye çeviren Cüneyt Kut, davet sırasında arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu'na bakınız neler anlattı:
- Kitaptaki yemek tariflerine bakınca atalarımızın sözgelimi aşırı miktarda yumurta kullandıklarını, yağı yakarak yemek pişirdiklerini görüyoruz. 30 yumurtalı yemek tarifi var...
- Pek sağlıklı olmasa gerek...
- Öyle düşünmemek lazım. Önemli olan yerken ölçüyü kaçırmamak. Ecdadımız bunları yediği için "40 yaşında" öldü, diyemeyiz. O dönem mesela Fransa'da da aynı uzunluktaydı yaşam.. Bir de şunu düşünün: Şimdiki nesil, "hızlı gıda"yla, tostla, margarinle besleniyor. Bu mu sağlıklı olan?..
***
Mutfak ve sofra konusunda engin bilgisiyle tanıdığımız öğretim üyesi - yazar Artun Ünsal'ın ayaküstü anlattıkları da ilginç:
- Osmanlı'da yemek neşeli bir olay değildir. Kolektif, ama içinde "neşe"yi barındırmayan birşey... Zaten Osmanlı toplumu öyle neşeli bir toplum değil... Mesela müzik arka planda.. Bir saz heyeti varsa bile geri planda kalır, öyle kahkahalar filan işitilmez.. İngiliz sefiri geliyor; "Yemek 1,5 saat sürdü, çok sıkıldım!" diyor. Yemek odalarının Türkiye'de yerleşmesi, "masa"nın gelmesi 19'uncu yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Yemek, geçmiş dönem kültürümüzde "vazife" gibi algılanır. Osmanlı Sultanı tek başına yemek yer mesela.. İstisnası Abdülhamit'tir. Abdülhamit en sevdiği karısıyla birlikte yemek yiyor... Genel olarak geleneğimizde çeşit çeşit yemek yenir, ama "tadı" çıkarılmaz. Aile ortamında şenlikli yemekler ancak 1950 - 60'larda başladı. Dikkat edin, o da çok uzun sürmedi; şimdilerde evde buzdolabını açan "anında" gıdasına alıp gidiyor...

Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr