Yıllarca ABD’de sürgünde yaşayan, ülkenin değerli aydınlarından Prof. İlhan Başgöz (1921-2021) Turhal Şeker Fabrikası’nda 1940 yılında iki ay staj yapar. Başgöz gözlemlerini “Gemerek Nire, Bloomington Nire” adlı kitabında anlatır:
“Turhal’da, başka adaylarla beraber iki ay şeker fabrikasının lojmanlarında kaldık; ahır temizledik, inek sağdık ve bir güzel beslendik. Kahvaltıda tereyağı, süt, reçel, zeytin, peynir… Bunlar benim soframı tek tek ziyaret eden yiyeceklerdi. Her hafta fabrika sinemasında bir film, bedava. Bu şeker fabrikasını görene kadar devlet fabrikalarının ne olduğunu bilmezdim. Fabrikanın bütün işçileri, sıcak sulu, merkezden ısıtmalı evlerde yaşıyorlardı. Fabrikanın büyük bir çiftliği vardı. Çalışanlara süt, yoğurt, tereyağı, sebze ve meyve çok ucuza bu çiftlikten geliyordu. Bir spor kulübü, bir sinema salonu, bir de sağlık kliniği vardı. O klinikte Dr. Ceyhun Atıf Kansu doktor olarak çalışıyordu. Aklımda yanlış kalmamışsa bir de işçiler için ilkokulu vardı. Bütün bunlardan başka, fabrika işçilerine bir paso verilirdi. Bununla senede 20 gün devlet demir yollarında bedava seyahat edebiliyorlardı. Bu, devletin sosyal politikasıydı. Onun için şeker herhalde biraz pahalıya mal oluyordu.”
TRENDE
“Hepimiz aynı gemideyiz” veya “aynı trendeyiz” muhabbetine ilişkin...
Efsane hocamız Seha Meray’ın anlattığı bir İspanyol öyküsü.
Barselona’dan Madrid’e giden tren bir istasyonda mola veriyor. Yolcular arasındaki İspanyol köylüsü farkında olmadan treni kaçırıyor. Perona gelince Madrid’den Barselona’ya giden treni kendi treni sanarak biniyor. Kompartımandaki yolcularla muhabbet sırasında onların Barselona’ya gittiğini öğreniyor. Kendi kendine mırıldanıyor:
- Şu teknolojiye bak... Ben Madrid’e gidiyorum. Onlar Barselona’ya. Ve hepimiz aynı trendeyiz.
SÜZME
Damacana suya para yetiştiremez olduk, diye yakınanlara mühendis Semih Kalkanoğlu tavsiyede bulunuyor:
“Moskova’da çalıştığım yıllarda şantiyede yemek yerken masalarda ilk kez Brita marka (Alman) şeffaf polietilen sürahilerde su içerdik.
Yurda dönerken bunlardan cam olanından bir sürahi ve üç yedek kartuş alıp geldik. O gün bu gün eşim Moldova’ya gidip geldikçe (3’ü bir pakette) kartuşlardan getiriyor. Suyu güzelce süzüyor.
Bir kartuşu yaklaşık bir yıl kullanıyoruz.
Hayatımızda bir kez bile damacanayla su almadık evimize.”
Bu tür çözümler araştırılmalı. Damacana suya para yetişecek gibi değil çünkü.
RESİM
Gazetelerde iki günün biri hayvan cinayeti haberi. Ve yerde kanlar içinde bir kedi veya köpek fotoğrafı görüyoruz.
Görenlerin midesi kalkıyor. Gören eğer bir hayvansever ise içi eziliyor. Hasta oluyor. Bu fotoğrafların ne bir öğreticiliği var ne bir terbiye ediciliği.
İç karartıcı haberler arasında bir de bu tür fotoğraflar sadece can sıkıntısını artırıyor.
Gazeteci arkadaşlar konuyu bir de bu açıdan düşünmeliler.
TERBİYE
Televizyonlarda her gece birkaç kanalda halkı aydınlatıcı! tartışmalar izliyoruz. Peki, bunları izleyenler aydınlanıyor mu? Sanmıyoruz. Çünkü ekranda birinin ak dediğine öteki kara diyor, bağırış çağırış derken sonuçta izleyenin sadece kafası karışıyor.
Programlar malum. Ortaya bir soru atılıyor. Üzerinde tartışma başlatılıyor.
Tartışma ilerledikçe soru işaretleri azalacağı yerde çoğalıyor
Çünkü konunun içeriği, kapsamı, bağlantıları konuşulmuyor.
Tartışanların esas amacı karşı tarafı yenik düşürmek.
Kendisini daha bilgili göstermek.
Kimi bunu tuttuğu siyasi parti adına yapıyor.
Kimi kendini çevresine beğendirmek derdinde.
Tartışmada alta düşenlerin rakibinin konuşmasını sık sık keserek veya bağırıp çağırarak üste çıkmaya çalıştığına çok sık tanık oluyoruz. Bazen kişiler galip gelse de fikir galip gelmiyor. Halkı böyle aydınlatıyoruz!