Çalıştığı üniversiteye kendini Amerikan vatandaşı olarak takdim etmiş... Yabancı öğretim üyesi faslından normalin üç kat maaş almış... Oğlunu yabancı öğrencilerle birlikte sınava sokarak daha iyi bir yer kazanmasını sağlamış... Kah ABD'de çalışmış, kah Türkiye'de... Türk - Amerikan çifte kimliğini kazanca dönüştürmeyi çok iyi başarmış... Oya Akgönenç Hanım, sonunda TBMM'ye Türk milletvekili olarak girmiş. Hem ABD'ye bağlılık yemini var, hem Türkiye'ye...
Bir dostumuz Siyasal Bilgiler Fakültesi 1962 mezuniyet yıllığını iletti dün. Doçent Oya Akgönenç, SBF'den o yıl mezun olmuş... Sınıf arkadaşları arasında hayli popüler olmalı ki, hemen her sayfada bir vesileyle söz ettirmiş kendisinden... Örneğin, "İster İnan, İster İnanma" başlıklı köşede şu satırlar:
"Oya Akgönenç, 27 Mayıs'tan önce Zafer gazetesinin (DP'nin gayri resmi yayın organı) muhabiri olduğu halde 28 Mayıs günü "Mülkiyeliler adına" İsmet Paşa'ya gidip elini öpmüştür..."
"Ne ise halin o çıkar falin" adlı köşede de ilk sırada yer almış. Bu bölümde kendisiyle ilgili şu satırlar okunuyor:
"İdarecilik kabiliyetiniz fevkalade. Nermin'e (Prof. Nermin Abadan) daha fazla yağ yakın. Eh, asistanlık da yakın..."
Bir başka bölümde de Oya Hanım'la ilgili şu bilgiler:
"Azeri Türklerinden olduğunu söylemektedir. İzmirli bir avukatın kızıdır. Türk - Amerikan Kadınlar Kolu İkinci Başkanıdır. 27 Mayıs'tan önce Cemiyet'te diktatördü. Kendi arzusuyla devrilmiştir. İdari ilimler tahsil etmekte, elhak kabiliyetini göstermektedir. Son sınıfta meydana getirdiği üçlü rölasyon; Mülkiyeli sosyolog, etnolog, hukukçu, iktisatçı ve bahçıvanlar tarafından incelenmişse de mahiyeti anlaşılamamıştır... İnterpol'ün en ganyan ajanlarından Sahtekar Ertan bile hadisede acizlik göstermiştir.
Çizmeleri ve Devlet Tiyatrosu organizasyonlarıyla meşhurdur. Bu tatlı böcek çocukları çok sever, akşamlarını onlarla geçirir."
Bugünün temellerini dünden atmış, ilginç bir kişi Oya Hanım... Milletvekili olarak vatana, millete çok yararlı olacağına hiç kuşku yok!..
Tampon yamulması!..
Tuzu kuru delikanlı, son model
Porsche otomobille caddede hava basıyor... Kırmızı ışıkta durduğunda arkadaki kamyon büyük bir gürültüyle girmesin mi tampona... Delikanlı zıplamış dışarı... Kamyoncu hurdahaş tamponun önünde iç çekiyor:
- Abi, bir hatadır oldu işte. 20 yıl çalışsam ödeyemem ben bunu. Sana koymaz be abicim. Yap bi delikanlılık!.. Bakmış, kamyoncu perişan...
"Sağlık olsun!" demiş, basıp gitmiş. 2 - 3 ışık sonra... Yine o acı fren sesi ve o müthiş gürültü... Bu sefer bagaj da iptal!.. Oğlan ateş püskürerek fırlamış... O da ne!.. Arkada aynı kamyon... Kamyoncu dışarı çıkmamış bu defa... Pencereden uzatmış kafayı, bağırıyor:
- Abi, benim ben... Devam et!..Eve dönüş...
Vietnam'da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır:
San Francisco'dan ailesini aradı: "Anne, baba, eve dönüyorum, ama sizden birşey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum."
"Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz" dediler.
Çocuk "Bilmeniz gereken birşey var" diye devam etti, "arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok. Bizimle kalmasını istiyorum."
"Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz belki.""Hayır baba, bizimle yaşamasını istiyorum."
"Oğlum" dedi babası,
"bizden ne istediğini bilmiyorsun. Özürlü biri korkunç yük olur. Bizim kendi hayatımız var. Böyle birşeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır."
Çocuk telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Bir süre sonra San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne - baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini teşhis etmek için morga götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri birşey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı...
Bu hikayedeki aile de birçoğumuz gibi. Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz.
Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Halbuki, insanları olduğu gibi kabul edip bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilsek... Yüreklerimizde arkadaşlık adında bir mucize var. Arkadaşlığın nasıl başlayıp geliştiğini anlayamasak da bir süre sonra görürüz ki, arkadaşlar nadide mücevherlerdir. Bizi gülümsetip başarmamız için cesaret verir, bizi dinler, kalplerini açmak isterler. Bugün arkadaşlarınıza onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin. Bu yazıyı ARKADAŞ olarak gördüğünüz herkese gönderin. Eğer size geri gelirse, o zaman sonsuza kadar bir arkadaşınız olduğunu anlayacaksınız... (İnternet'ten...)
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr