Atatürk ve Çağdaş Toplum sempozyumunda dün ekonomik ve sosyal konular tartışıldı... Prof. Naci Mocan ilginç bir araştırmaya değindi konuşmasında:
- Yirmi dokuz ülkede yapılan ve insanların kendi vatandaşlarına güvenini konu alan araştırmada, Türk insanı, vatandaşına duyduğu yüzde 10 güvenle 28. sırada yer almıştır. Bu oran Norveç’te yüzde 61, Kanada’da yüzde 50, ABD’de yüzde 45, İtalya’da yüzde 26’dır... Güven oranı GSMH’ye ve üretime doğrudan katkı sağlar. İçgüvenin olmadığı ülkelerde ekonomi olumsuz etkilenir. İçgüven gelişmeyi sağlar ya da gelişme içgüveni sağlar; bunlar arasında bağlantı vardır. Türk insanının neden kendi vatandaşına güvenmediğinin araştırılması gerekir...
Profesör Zafer Toprak konuşmasında tarihten ilginç bir sayfa açtı:
- Balkan Savaşı, ezani zamana göre mi yoksa modern zamana göre mi askeri harekâta geçileceğine karar verilemediğinden kaybedilmiştir. Balkan Savaşı’ndan sonra modern zamana göre ayarlamalar yapılmıştır...
Profesör Zafer Toprak Türkiye’de modernleşmenin sadece okuryazarlık ile bir tutulması yanılgısının sürdüğünü vurgulayarak dedi ki:
- Oysa sayısayarlık (rakamlardan anlamak, yorumlamak) da okuryazarlık kadar önemlidir ve ben Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından birinin de sayısayarlık olduğuna inanıyorum...
İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: Kendisi.
Öneri Ersin Üney’in... Dinleyelim:
"İstiklal Marşı çalınırken duruş şeklimizin hazır ol yerine birçok milletin yaptığı gibi sağ el kalbimizin üzerinde olacak şekilde değişmesi için bir kampanya başlatılmasını arzu ediyorum.
Mevcut hazır ol duruşu askeri bir duruş ve sivil vatandaşlar tarafından yamuk yumuk ne olduğu belli olmayan bir şekilde uygulanıyor. Sonunda insanımız istemeden marşa saygısızlık yapar gibi görünüyor...
Bu ilginç öneriyi tartışalım...
‘Hükümet’ dediğiniz şey, tamamen siz ya da ben gibi adamlardan oluşur. Yönetme işi için özel bir yetenek gerekmez. Hükümet edenlerin tek özel becerisi, bir büroya sahip olma ve onu elde tutma yeteneğidir. Tek hesapları da, sahip olmadıkları şeylerin özlemiyle yanıp tutuşan insan gruplarını araştırıp bulmak, sonra da karşılarına geçip aradıklarını onlara vaat etmektir. Her 10 vaatten 9’u fos olup, 10’uncu vaat de zaten A’yı memnun etmek için B’nin elindekini yağmalamakla gerçekleşecektir. Bir başka deyişle, "hükümet" bir yağma komisyoncusudur. Ve her seçim, her defasında daha fazla çalınmış varlığın satışa çıkarıldığı bir açık artırmadır.
H.L.Mencken - "www.medyapirasa.com" dan...
Tahminlere göre seçimde AKP yüzde 25 dolayında oy toplayacak. CHP yüzde 15... İki parti de (diyelim ki MHP ve DYP) yüzde 10’ar oyla barajı geçecek. Böylece oyların yüzde 60’ı parlamentoya yansıyacak.
Ama oyların yüzde 40’ı Meclis dışında kalacak.
Temsilde adalet ilkesi zokayı yutacak.
AKP 4 Kasım’da muhtemelen tek başına iktidar olacak...
AKP’nin ekonomik ve sosyal sorunları çözecek güçte bir programı ve beyin birikimi mevcut değil... Üstüne üstlük AKP iktidarında bugünkü sorunlara ek olarak muhtemelen türban, imam hatip, laik - antilaik tartışmalarına kapı açılacak... Arkadaşımız Oral Çalışlar dün bu muhtemel manzara karşısında:
- Seçim ertelense ve seçim kanunu değiştirildikten sonra seçime gidilse daha iyi olur, diyordu... Baraj yüzde 5’e indirilirse diğer partiler de TBMM’de yer bulabilecek ve daha dengeli bir parlamento yapısı oluşacaktır...
Bu da bir görüştür.
Söz açılmışken geçenlerde bu sütunda sözünü ettiğimiz, patenti İzzet Yalçın’a ait seçim sistemi önerisini yineleyelim...
Bu sisteme göre bir parti aldığı oy oranından en çok yüzde 5 daha fazla iskemleye sahip olur... Örneğin AKP yüzde 25 oy almışsa TBMM’de iskemlelerin en çok yüzde 30’una sahip olur. CHP yüzde 15 oy almışsa yüzde 20 üyelik alır.
Kalan oylar ise barajın altında kalmış partiler arasında pay edilir... Böylece yüzde yarım oy almış bir partinin bile bir veya iki adayı TBMM’ye girer... Bütün partiler Meclis’te temsil edilir...
Eskisinden daha kötü değil daha iyi bir Meclis istiyorsak bu konuları tartışmalıyız...