Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Şair Özkan Mert gençlik yıllarında Almanya ve İsveç’te birlikte işçilik yaptığımız dost... Hâlâ İsveç’te.. Güzel şiirler yazıyor... Savaşa Direnen Şiirler adlı kitapta gözümüze şu dizeler ilişiyor:
     ***
     Çok güzel şeyler var dünyada ...
     Ben mesela bir sokak tanırım İzmir’de
     yere düşen inci taneleri gibi dökülür denize.
     Ekvator’da, Qito kentinde uykulu sokaklar
     çok kızarlarsa dağlara açılırlar birdenbire.
     Zaten akşam kırmızı düşer o dağlara.
     Amazonların derinliklerinde akan nehirlerde bembeyaz bir orkide büyür:
     O kadar güzel ve keskindi ki kokusu
     çılgın bir tay gibi koşuşturur kalbimizin kıyısında.
     Kalbimiz zaten tüm çiçeklerin aynası.
     Ay’dan yeryüzüne bakılınca
     Yalnızca ‘Çin Seddi’ görülürmüş. Hayır! Yanlış.
     Ben baktım: Palandöken dağında açan bir gelinciği gördüm.
     Ve havada uçuşarak sevişen
     bir çift kelebeği.
     ***
     Ey Şair! Güzel sözlerle, büyülü sözcüklerle
     kandırırsın kullarımı, diyor koca tanrı:
     Ben yalnız güzel şeyleri mi yarattım?
     savaşları, açlıkları, ölümleri, ayrılıkları...
     ben yaratmadım mı?
     Sen yarattın elbet tanrım! Onları da sen anlat kullarına.
     Ben’se güzel şeyler anlattım
     hiçbir şey beklemeden insan kardeşlerime:
     Hiç olmazsa bu şiiri okurken
     mutlu olsunlar diye.
     Buysa suçum: Hazırım!
     Cayır cayır yanmaya cehenneminde.
     
     Halil Bezmen de serbest bırakıldı. Özgürlük operasyonu Irak’ta yapılmıyor muydu?
     
     
     Türkiye’de 7 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyormuş. Çoğu aynı zamanda Irak sınırında yaşıyor.
     Aydın Boysan‘la oturup geçmiş günleri andık. Birlikte on yıl önce yaptığımız bir Letonya - Riga gezisinde çok güzel üç gün geçirmiştik... Keşke biraz daha kalsaydık, deyince Aydın Ağabey dedi ki:
     - Bitmemiş serüvenler, yarım yaşanmış günler güzeldir. Orada biraz daha kalsak belki bugün anmayacaktık...
     Söz daha sonra aşktan ve erkeklerden açılınca Aydın Ağabey yine tecrübesini konuşturdu:
     - Bir erkeğin iki acı günü vardır... Birincisi ikinciyi yapamadığı gün... İkincisi birinciyi yapamadığı gün...
     
     İnsanın aynası yüzüdür... Her şey yüzünden okunur... Veya öyle sanılır... Filiz Tokcan’ın resim sergisini gezerseniz yüzünü hiç görmediğiniz, size arkası dönük birinin de ne çok şey anlattığını göreceksiniz... Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki sergide arkası dönük kadının (ki bu ressamın kendisi) 34 değişik resmini izliyorsunuz... Yüzünü görmediğiniz bir insanın duygularını keşfetmeye çalışırken acaba ne düşünüyor sorusu da kendini sizinle bütünleştiriyor. Sergi çıkışındaki aynada kendi yüzünüzü izliyorsunuz..
     Sergi 12 Nisan’a kadar açık. Gezip görmenizi tavsiye ederiz...
     
     Japonya’nın mali durumu bir ara iyice bozulmuştu. İç ve dış hortumcular hazineyi boşaltmış, devlet borçları gırtlağı aşmıştı... Japon Başbakanı o günlerden birinde kürsüye çıktı:
     - Sayın arkadaşlar, diye söze başladı, ben düşündüm taşındım, şuna karar verdim; Japonya’nın iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenip, denk bir bütçe oluşturulana kadar pirinç çorbasından başka hiçbir şey yemeyeceğim ve şu üzerimde gördüğünüz elbiseden başka hiçbir elbise giymeyeceğim. Bir makam arabası dışında hiçbir araba kullanmayacağım...
     Bu konuşma bütün yurtta yankılar yaptı... Fedakârlık duygusu dalga dalga en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün Japonya’yı sardı. Herkes gücü nispetinde Japonya için fedakârlıkta bulundu. Ülke kısa sürede düzlüğe çıktı...
     Bu öyküyü bize gönderen Ali İhsan Ünsal "Fedakârlık çağrısı böyle olur" diyor. Elbette... Erdem sahibi ciddi siyasetçi böyle davranır...
     Fedakârlığı, vergi ve zamla beli bükülmüş memurlardan önce kendisi başlatır...
     
     Abdullah Gül: "Açıkça savaşan ya da savaşa destek veren bir ülke değiliz." diyor. Buna tesettürlü destek denir.
     Fransa’nın başkenti Paris’e 24 Nisan’da 8’inci Ermeni soykırım anıtı dikiliyor... Eyfel Kulesi’ne birkaç kilometre ötedeki Kanada Meydanı’na yerleştirilen anıt Ermeni din adamı ve müzisyen Komitas’ı simgeliyor.
     Anıtın kaidesinde:
     "Kompozitör ve müzikolog Komitas’ın ve 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçeklestirilen yirminci yüzyılın ilk soykırımının kurbanları 1.500.000 Ermeninin anısına" ibaresi yeralıyor.
     Fransa Büyükelçimiz Uluç Özülker, anıtın kaidesindeki kinder iddaların silinmesi için Fransız makamları nezdinde çok çaba gösterdi. Ancak Fransızlar kapı duvar...
     Evet 1915 olayları tarihi gerçeklerin ışığında tartışılmalıdır. Soykırım iddiaları tarihteki diğer soykırım iddialarıyla birlikte tarafsız tarihçilerden oluşturulacak kurullarda ele alınmalıdır.
     Ancak o olaylarla ilgisiz yeni nesilleri birbirine karşı kışkırtacak ve taze yüreklere kin tohumları ekecek tek taraflı iddia içeren bu kin anıtları niye?
     Fransa bu fanatizme neden alet oluyor?
     Türk siyaseti neden bu konuda bu kadar sessiz? Ya da ağzını açan olursa "onlar da bizi kesti" sığlığının ötesine geçemiyor?