Bundan 101 yıl önce... 13 Eylül 1921 tarihinde zaferle sonuçlanan Sakarya Savaşı Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasıydı.
O gün ordunun durumu şu; Askerin bir kısmı yarım çarıklı, bir kısmı çıplak ayak. Tüfeklerin yarısı süngüsüz, mekanizmalar uyduruk. Cephane mevcudu herkesin üzerindekinden ibaret. Süngüsüz asker kürekle, yumrukla dövüşüyor.
***
4 bin süvariden oluşan Süvari Grubu’nda savaş öncesinde sadece 118 kılıç bulunmaktadır. Gerisinin sopalardan yapılmış mızrakları vardır. Süvarilerin durumu: “İpten üzengi, tahtadan kılıç” diye tarif edilir.
Süvari Grubu’na halktan toplanan biri ötekini tutmaz 1300 kadar kılıç dağıtılacak, savaş sonunda kılıç miktarı ancak 2 bine ulaşacaktır...
***
Sakarya Savaşı’na yetişmek için Adana’dan trenle giden 5. Tümen’in son alayı odun bittiği için Kemrelik rampasında yolda kalır. Kemrelik’te tek ağaç yoktur. Tren önce vagonların ahşap duvarlarını, çatılarını yakarak ilerler, yetmeyince cephane sandıkları ve vagonların tabanları yakılır. Böylece düşmandan önce Sakarya cephesine yetişirler.
***
Ordumuzun toplarının büyük bölümü 75 mm’liktir. İstanbul’dan kaçırılan mermiler ise 77 mm’lik. Toplara uydurmak için mermiler içleri boşaltılmadan dolu dolu tornaya takılıp yontulur.
***
Sakarya Savaşı’nda 5700 şehit verdik. 1700 yaralımız vardı. Yaralananlar Ankara’da hastane ve evlerde yer kalmayınca Kırşehir’e, Çankırı’ya yollanırdı. Araba nerede? Tabii yaya olarak. Çankırı halkı bir hafta içinde 1500 yataklı bir hastane kurmayı başarır. Para olmadığı için gerekli tıbbi malzeme Ankara’daki eczanelerden veresiye alınır.
Kurtuluş Savaşı işte böylesine imkânsız koşullarda kazanılır.
(Atatürk Yeniden Samsun’da- Turgut Özakman)
YAYATÜP
İstanbul Belediyesi’nin Kadir Topbaş döneminde ilginç bir projesi vardı. İstanbul Boğazı’nın altından Üsküdar ile Kabataş arası bir tüp geçit yapılacak, buradan insanlar karşıdan karşıya yaya olarak geçebilecekti. Bir iki kilometrelik bu geçiş, yürüyen bantlarla birkaç dakikaya indirilebilecekti.
Böylece köprülerin yükü azaltılacak, yol masrafı azalacak, insanlar iki yaka arasında daha hızlı hareket edebilecekti. Sonradan ne olduysa oldu, bu projeden vazgeçildi. Dolmuş motorcularının projeye engel olduğu söylendi. Aslı var mıydı, gerçek sebep neydi, bilmiyoruz.
Ancak gerekli hesaplar yapılarak proje yeniden ele alınamaz mı?
Proje ilk bakışta akılcı gibi görünüyor.
Neden yeniden ele alınmasın?
Üç köprü ve bir tünele rağmen köprüde trafik her sabah yine tıkanıyor.
Yeni çareler düşünmeli.
ŞEHİTLER
John ile geçen ay tanıştık. Türkiye’ye iki haftalığına tatile gelmişti. Sohbetin daha başlarında acı anılardan söz etti:
- Benim iki amcam Çanakkale’de savaşırken ölmüşler, dedi.
Benim de iki dedem hem annemin babası hem babamın babası Çanakkale’de şehit düşmüşler.
Kısacası dedelerimiz birbirini öldürmüş.
John laptopu eline alıyor. İnternette Avustralya’nın savaş kahramanlarına ayrılmış sayfaları açıyor. Orada kayıpların asker elbiseli resimleri, hangi birliğe mensup oldukları, öldükleri günün tarihi ve halen nerede gömülü oldukları belirtilmiş. Avustralya’daki anıtlara da isimleri kazınmış. Yeni nesiller adlarını ve resimlerini saygıyla izliyormuş.
Benim dedelerimin ise adı var, sanı yok.
Haklarındaki bütün bilgi tek kelimede toplanıyor: Şehit...
AÇLIK MÜZESİ
Müzelerin en ilginci geçenlerde Arjantin’de açıldı.
“Açlık Müzesi”
Müzeye ilhamı pandemiyle başlayıp Ukrayna olayıyla zirveye ulaşan gıda krizi vermiş.
Ve krizin aç bıraktığı çocuklar.
Açlık Müzesi’nin (Museo del Hambre) kurucusu avukat Marcos Filardi diyor ki:
- Açlık doğanın değil, insanoğlunun suçudur. İnsanların aç bırakılması bir suçtur. İnsan hakları deyince daha çok özgürlükler üzerine konuşuyoruz, oysa açlık da iyi beslenmek de yeterli ve iyi suya ulaşmamak da insan hakları sorunudur. Dileğimiz açlığın sadece müze adı olarak kalmasıdır.
Müzenin konuları ve ilgi alanları şöyle sıralanıyor:
“Tarımsal bahçe atölyeleri, tıbbi ve yenilebilir bitkiler, tohum üretimi ve çoğaltılması, biyo-yapı, alternatif enerjiler, kuru tuvaletlerin inşası, haşere ve böceklerin biyolojik kontrolü, yağmur suyu toplama, tohum değişimi, köylülerin lokantalarla buluşması, vs...
DENETİM
Maliye Bakanlığı’nda vergi denetim uzmanı olarak çalışan bir arkadaşla sohbet ediyoruz. Çalıştıkları merkez İstanbul Ataşehir’de. Sohbet arasında bir konuya takılıyoruz:
- Denetime giderken kurum size araç vermiyor mu?
- Vermiyor.
- Yol parasını cebinizden mi karşılıyorsunuz?
- Ben toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. Ancak çoğu kez denetime gittiğimiz şirket araç gönderiyor.
- Yok canım? Peki denetleyeceğiniz şirketin aracına binmek itibar kırıcı bir durum değil mi?
- Tabii araç verilse daha iyi olur.
Bizce de... Denetime giden eleman denetleyeceği şirketin bir kuruşuna bile mecbur bırakılmamalı.