Melih AŞIK
Aksaray'dan
Nihat:
- Rüyamda lunaparktayım ve felekten bir gün çalmaya çalışıyorum...
İlk işim, etrafta kısa bir tur atmak... Sonra dönme dolaplar bölümüne yaklaşıyor, bilet almak için kuyruğa giriyorum... Sıra bana gelince gişedeki görevliye doğru eğilip
"Çek oradan bir bilet Usta!.." diye sesleniyorum...
Bilet satan kişi
Özer Çiller... Hiç bozuntuya vermeden
"Hayrola Beyefendi..." diyorum,
"ne yapıyorsunuz burada?.."
Özer Bey'in hayattan bezmiş bir hali var...
"Hiç sorma birader, iktidardan düşünce gelir durumumuz bozuldu" diyor.
"Mecburen bu yola saptık..."
Başımı kaldırıp havada nazlı nazlı dönen dolaplara bakıyorum... Kulaklarımda rahmetli dedemin nasihatı:
"Herhangi bir işe soyunmadan önce yeteneklerinin dökümünü yap oğlum.."
Dolap bitiyor... Çarpışan otolar kısmına geçiyorum...
Gariptir, burada da tanıdık simalar çarpıyor gözüme..
Mesut Yılmaz ile
Güneş Taner otolardan birine kurulmuş, garibanlığı her halinden belli vatandaşlara arkadan toslamaya çalışıyor... Dümende
Taner, yanında
Yılmaz.. Onları görünce çarpışan otolara binmekten vazgeçiyor, rotayı hemen uçan salıncaklar bölümüne çeviriyorum...
İnsan kendini bir kuş gibi hissediyor uçan salıncaklarda.. Keyifle havada dönerken birkaç salıncak ötede
Deniz Bey...
"Çok güzel uçuyorsunuz" diyorum;
"ayağınız yere değince sizinle biraz konuşabilir miyiz?.."
Mümkün olmuyor... Salıncak inişi
Deniz Bey'i kalabalıkta kaybediyorum. Yorgunluk çöküyor üstüme... Hem biraz dinlenmek, hem de güzel nağmeler dinlemek amacıyla gazinoya gitmeye karar veriyorum...
Sahnedeki fasıl heyetinin giriş taksiminden sonra Cumbaba geliyor mikrofona:
"Hepinize iyi akşamlar benim sayın seyircilerim.." diyor.
"Şimdi sahneye Türk Müziği'nin ünlü isimlerinden birini.. Yılların yıpratamadığı eşsiz sanatçı Yeşil'i davet ediyorum..."
Alkışlar... Alkışlar..
YORUMU: Senin kafan fena karışmış
Nihat... Sakin bir yerde dinlenmeye ihtiyacın var...
Eski okuyucularımız, telefon rehberlerindeki ilginç isimler üzerinde
"akademik" çalışmalar yapan ve bu çalışmalarını zaman zaman bizimle paylaşan
"araştırmacı okurumuz" Mehmet Kahraman'ı anımsayacaktır. Epeydir ortalıkta görünmeyen okurumuz son
"araştırmasıyla" yine huzurlarınızda:
...Mecnun Dişli,
Sabahattin Kemikkıran, Adem Kola,
Abdüllah Kelek, Gürbüz Dingil,
Arap Kol, Aşır Kolukısa,
Ahmet Koluuzun, Subhan Kolkoparan,
Remziye Kaçtı, Nihat Tutsun,
Hüseyin Tut, Cuma Tutar,
Sevim Kaçar, Gülzade Kaçmaz,
Hacı Kaçır, Bektaş Kaçma,
Üstün Koş, Sevim Koşma,
Satılmış Kaba, Yeter Kibar,
Lütfü Oyar, Haydar Oyardı,
Hüseyin Pense, Reyhan Kerpeten,
Erol İnler, Settar Dinler,
Rıza Dinlemez, Şaban Koltuk,
Ahmet Divan, Zümrüt Otel,
Gülyeter Hancı, Seydahmet Yolcu,
Dursun Aç, Şahmerdan Tok,
Ali Kaderli, Zekiye Kadersiz,
Satı Kötü, Paşa İyi,
Adem İyice, Kübra Yivli,
Güllü Setli, Zihni Dinli,
Mersin Dindar, Ali Tutucu,
Gürcü Softa, Birol Dinsiz,
Sultan İşli, Muzaffer İşsiz,
Tamam İşçi, Aşır Köylü,
Gazi Memur, İlhami Kendigüzel,
Cemalettin Kendidoğan, Hafız Kendigelen,
Ali Kelle, Cebrail Kelleci,
Aytekin Kellegöz...
Esprinin büyük üstadı
Halit Kıvanç ağabeyimiz,
"Hadi Anlat Bakalım" adını verdiği anı kitabını yollamış...
"Geçmişin çiçekli bahçelerinde" gezintiye çağırıyor bizleri...
Halit Ağabey'in gazetecilik ve söz sanatlarındaki ustalığı herkesin malumu... Ama ondan öncesi... pek bilinmez... Adliye'de, küçücük salona tepeden bakan bir kürsü üzerinde; dosyalar arasında düşünebiliyor musunuz O'nu?.. Hayali bile güç...
Sayfaları
"geriye" doğru çevirelim... Ve görelim manzarayı... Yıl 1950...
Halit Ağabey, Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, Siirt'in Kozluk İlçesi'ne
"yargıç" atanmış...
"İstifa et, gitme!" diye nasihat edenlere,
"Ben gitmesem, sen gitmesen, o gitmese!" diye başlayan şiirsel cevaplar verip yola koyuluyor.. Sonrasını kendi anlatsın:
"Trende yanımda oturan yaşlı çiftten, koca bağdaş kurup oturmuş, karısı hafif uyukluyor. Sessizliği amca bozdu:
- Nerde inecen delikanlı?
- Kozluk'ta.
Amca şöyle bir dikildi:
- Kozluk mu? Niye gidersin oraya?..
- Şey, hakim olarak tayin edildim de...
- Yaaa! Ne kusur işledin ki sürdüler bu yana?..
***
"Yargıcı olduğum ilçede `Kürtçe - Arapça - Türkçe' karışımı bir dil konuşuluyordu. İlerleyen günlerde bu dili hafiften öğrenmeye başladım. Döneceğime yakın duruşmaları oranın diliyle yönetiyordum..."
***
"Yine bir cinayet davası... Bir delikanlı öldürülmüş, öldüren yakalanmıştı. Tutuklamadan önce öldürülen gencin annesini sorguladım. Kadın, sorularıma yanıt vermedi. Sadece elindeki dilekçeyi uzatmakla yetindi. Kargacık burgacık bir yazıyla kaleme alınan dilekçede,
`Oğlumun katilini affediyorum. O da benim oğlum sayılır. Onu serbest bırakın. Bana o bakar!' diyordu. Bir an nasıl duygulandım, bilemezsiniz. Kadın, evlat acısının tazeliğine karşın böyle düşünebiliyordu, oğlunun katilini affediyordu. Zapta geçtim dilekçeyi... Kadını dışarı çıkardım. Aynı anda katibim yerinden fırlayıp dedi ki:
`Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Kadının öbür oğlu katili öldürmek için köşede bekliyor. Siz serbest bırakın ki, onlar hemen öldürsünler. Onun için bu numaraya başvuruyorlar. Kan davalarında hep yapılır bu...'
Acemiliğimden ötürü başımı önüme eğdim. Sustum...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr