Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilen, altında dizi dizi imzalar bulunan bir metni birlikte okuyoruz:
     Â"SaygıdeÄŸer Mahkemeniz eski BaÅŸkanı Sayın Yekta Güngör Özden'e, mahkemenizce korumaları için tahsis edilen araç geri talep edilmektedir.
       Böylesine bir uygulama pratikte Sayın
Yekta Güngör Özden'in yalnız seyahat etmesi anlamına gelir ki, bu durum içinde bulunduğumuz gerilimli ortamda kendisinin güvenliği açısından büyük tehlike teşkil etmektedir.
       Biz aşağıda imzası bulunanlar, bu olayın sadece bir söylenti olduğuna inanmak ve konu hakkında gerekenin bir an evvel yapılacağına inanmak istiyoruz."
     Â
Bu metni okuduktan sonra Yekta Güngör Özden'i arıyoruz... Çok ilginç şeyler anlatıyor.
       Görevden ayrılırken kendisine bir zırhlı araba ile korumaları taşıyacak ikinci bir otomobil verilmiş. Anayasa Mahkemesi'nin yeni Başkanı önce benzin konusunda sorun çıkarmış. Anayasa Mahkemesi'ne ait araçların benzin aldığı istasyona yazı göndererek Yekta Güngör Özden'in otomobiline benzin verilmemesini emretmiş. Peşinden 30 Nisan tarihini taşıyan ve 26 Mayıs tarihinde Yekta Bey'e ulaşan bir yazıyla korumaların kullandığı aracı geri istemiş. Gerekçe: "Mahkememizin araca ihtiyacı var..."
       Yekta Güngör Bey:
     Â- Ben Mahkeme'nin araç yapısını biliyorum, diyor, kesinlikle bu araca ihtiyaçları yoktur. Maksatları baÅŸkadır...
       Herşeyden önce üzücü olan Anayasa Mahkemesi'nin kendi eski Başkanına karşı takındığı tavır tabii ki...
       Peki, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Anayasa Mahkemesi'nin bu izan dışı girişiminden haberdar oldu mu? Ne tepki verdiler?..
     ÂYekta Bey duyduklarını sanıyor. Ancak henüz bir tepki vermemiÅŸler.
       Bu arada vatandaşlar kendisine bağlılık ve destek mesajları yolluyormuş ki... Tek tesellisi bu...
       Konuyu Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın dikkatine sunuyoruz.
       Anayasa Mahkemesi eski Başkanı'na karşı saygısızlık, Anayasa'ya ve Anayasa Mahkemesi'ne saygısızlık anlamına gelir.

       Elazığ Kültür Vakfı'nın yayımladığı Kürsübaşı dergisi, son sayısında yöresel atasözlerinden bir demet sunuyor... "Harput ağzıyla" söylenmiş bu ilginç deyişlerden bir bölümünü aktarıyoruz:
       * Kirpi de cücügünü (yavrusunu) "Pamuk oğlum!" diye sever.
       * Misafir misafiri isdemez, ev sahabı heç birini...
       * Boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş demiş.
       * Bayram geşdükten sonra gınayı götten yah.
       * Bi donu var gırmızı, geh anası geyer, geh gızı.
       * Çirkini hem s..erler, hem suçlu çıkarırlar.
       * Anam olsun boğazı olmasın, babam olsun eve gelmesin.
       * Yol üstünde yapılan evin ustası çok olur.
       * Sürüye kurt girer, en son topal koyunun haberi olur.
       * Tilki delikten geçememiş, bir de kuyruğuna çalı bağlamış.
       * Ok gibi doğru olsam yabana atarlar, yay gibi eğri olsam elde tutarlar.
       * Gözü görmü ki, yüzü utana.
       * Ekdüğüm, biçdüğüm nohut!.. Şehre geldin leblebi mi oldun?

       Türkiye'nin AB üyeliği birkaç ay önce reddedildiğinde bir Amerikalı yazar şu yorumu yapmıştı:
     Â- Türkler bu karara birkaç gün bağırır çağırır, sonra unuturlar.
       Nitekim üyeliğimiz reddedilince bir hafta kadar estik gürledik. Ertesi hafta herşeyi unuttuk. Fransız Meclisi'nin Ermeni Soykırım Tasarısı'nı kabul etmesi de birkaç güne kalmaz unutulur.Çünkü mücadeleyi sürdürecek gücümüz yok.
       1971 yılında... Marsilya'da Ermeni anıtı açılması girişimleri üzerine... Paris Büyükelçimiz Hasan Esat Işık görevi terkederek etkili bir protesto gösterisi yapmıştı. O zaman kimi çokbilirler bu davranışın abartılı olduğunu, Türk - Fransız ilişkilerini gereksiz yere bozacağını söyleyip pısırıklığı savunmuştu. Sonraki yıllarda da bu konudaki politikamız bir türlü tutarlı bir çizgiye oturmadı.
       Peki ne yapmalıydık, derseniz. Sizlere Hasan Esat Işık Bey'in 1985 yılında, Ermeni soykırım tasarıları bu defa ABD Kongresi'nde kendini gösterdiğinde söylediği sözleri anımsatalım. Bakınız ne diyor o günlerde:
     Â"...Evet soykırım büyük bir insanlık suçudur, gözardı edilemez. Biz de böyle suçların gözardı edilmesini istemeyi düşünemeyiz. Ancak bunca soykırım iddiası arasında yalnızca biri veya birkaçı üzerinde durulursa bu açıkça bazı devletlere karşı politik tavır alma anlamına gelir.
       Türkiye tüm soykırımların ciddi ve tamamen yansız biçimde uluslararası bir kuruluşta gereken titizlikte incelenmesini desteklemelidir.
       Ermeniler, Rumlar, çeşitli üniversitelerde veya çalışma merkezlerinde
"Türkiye aleyhine" görüşleri sistematik şekilde ortaya koymaya çaba göstermektedir. Böyle kuruluşlarda Türkiye hemen hemen mevcut değildir. Bu kuruluşlarda bizim de araştırmacılarımız, bilim adamlarımız bulunmalıdır."
       Ezcümle... Fransa'yı suçlayalım suçlamasına... Ama kendi hata ve sevaplarımızı da gözden kaçırmayalım. Kendi tezlerimizi uluslararası platformlarda inandırıcı ve ısrarlı biçimde savunabiliyor muyuz? Tarihçilerimizi, hukuk adamlarımızı, diplomatlarımızı tartışma ortamlarında dövüşmek üzere seferber ediyor muyuz? Böyle konular Ankara'daki siyasi ayak oyunu ustalarının umurunda mı?..
       Eğer yanıt "hayır"sa sonuca neden şaşırıp üzülüyoruz?



Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr