Osmanlı İmparatorluğu'nun 700'üncü kuruluş yıldönümüyle ilgili konuşma ve tartışmalarda zaman zaman geçmişe övgüler düzülüyor, özlem dile getiriliyor. İş bu kadarla kalmıyor; doğrudan veya dolaylı yoldan Cumhuriyet küçümseniyor, aşağılanıyor. Sanki
Atatürk bu halkı yıkılan Osmanlı'nın enkazından kurtarmamış da İmparatorluğu en parlak döneminde hile ve entrikayla ele geçirmiş gibi...
      Peki Osmanlı Hanedanı'nın kendisi bu konuda ne diyor? Osmanlı Hanedanı'nın şu an ABD'de yaşayan en yaşlı üyesi
Osman Ertuğrul birkaç yıl önce İstanbul'a gelmiş, arkadaşımız
Aydın Arıcıoğlu kendisine sormuştu:
     Â
- Ailenizi sürgün eden Cumhuriyet idaresi hakkında neler düşünüyorsunuz?.. Bunca yıl sonra dile getirmek istediğiniz şeyler vardır belki?       Osman Ertuğrul'un soruya yanıtı şöyle oldu:
      - Cumhuriyet idaresi bizi memleketten çıkardı, ama memleketi kurtardı. Her birimizin
Mustafa Kemal'e borcu var. Türk olarak... Yoksa İngilizler, İtalyanlar ve diğerleri ülkeyi parçalayacaktı. Hatta parçalamıştı bile. Bu yüzden ben onları eleştiremem. Hem sonra neyi, niçin yaptıklarını yeteri derecede bilemem. Tabii bazı şeyleri yanlış yaptılar. Ama niçin yanlış yaptılar? Belki de mecburdular, başka türlü yapamıyorlardı. Herhalde memleketi kurtarmak herşeyin başında gelir. Ondan daha büyük bir şey yapılamaz. Onu da
Mustafa Kemal yaptı...
      ***
      Osmanlı'nın kendisi Osmanlı dönemini özlemiyor. Çünkü
"tarih"in farkında...
Turistik kampanya
      TRT'nin Avrupa'dan da izlenebilen kanalları şu ara yeni bir kampanyayı duyuruyor:
"Her Türk'e bir turist. Vatana gelirken bir arkadaşınızı da beraberinizde getirin..."       Öneri güzel de... Sonuçlarını iyi düşünmek lazım...
      Birinci ihtimal... Bizim millet arkadaşını Türikye'ye getirdi mi burada yedirmek, içirmek, evinde ağırlamak zorunda hisseder kendini. Döviz kazanacağız derken dışarıya döviz gider.
      İkinci ihtimal... Arkadaşını Türkiye'de yalnız bırakır. Tek başına kalan yabancının lokantada, takside, orada burada kazık yemekten anası ağlar. Dönüşte de Türk'le arkadaşlığını keser.
      İyi düşünelim kampanyanın sonuçlarını...
Åžiir matinesi
      Siyasi dönekliğin adı "devrim" oldu.
      Vatandaş hakkı yemenin adı "reform"
      Al gözüm seyreyle Salih...
      Oyun sırtına hançer olarak geri döndü
      Seyrin keyfini çıkar hiç değilse...
      Keyif reformu yapmanın sırasıdır Salih
      Nasıl olsa değişmez artık talih.
      Şenevler'den Falih
      Gerçekten "Can'lı" bir yayın gibi yaşadı Can Yücel...
      Küfür küfür esti gitti...
Sallantı zamanı
      Şu sıralar denizde sefa mevsimi.. Bebek'ten her akşam tekneler açılıyor. İçinde müzik, dans ve içkiyle... İnsanlar bir parça nefesleniyor. Geçenlerde
Ali Sirmen'le
Aydın Boysan bir tekne davetinde karşılaşmışlar. Tekne henüz kıyıda. Ama hafifçe sallanıyor:
     Â
- İçmeden sallanıyoruz, demiş
Aydın Boysan...
      Ali Sirmen eklemiş:
     Â- Bir de içtikten sonra sallanmamayı becersek...
Pilevken yeee!..
      ANAP Genel Başkan Yardımcısı
Mustafa Taşar, Meclis'te gazetecilerle sohbet ederken söz döndü dolaştı Gaziantep'in zengin mutfağına, renkli garsonlarına geldi.
Taşar anlatmaya başladı:
     Â
- Bizim Antep'te sulu yemeklerin ortak bir adı vardır. Sulu yemeğin türü ne olursa olsun, adına "cıvık"
denir. Örneğin... Müşteri "Bir pilav, bir cıvık!"
diye sipariş verdi mi, garson onun bir pilav, bir de kuru fasulye istediğini bilir. Pilavın Antep mutfağında önemli bir yeri vardır. Esnaf lokantalarında çalışan garsonlar kapı önünde çığırtkanlık ederken, pilavın reklamını şöyle yaparlar:
      "Pilevken yeee!.. Pilevken yeee!.."
     ÂBunun anlamı ÅŸudur: "Pilav tazedir, bugün ye... Yoksa, pilavın tümü o gün tüketilmezse, heba olmasın diye atılmaz, ertesi gün dolmanın içine katılır, o zaman taze olmayan pilav yersin..."
     ÂAynı garson, ikinci gün;
     Â"Dolmayken yee!...Dolmayken yeee!..."
diye bağırır.
      Bunun da anlamı: "Pilavı dolmayken ye... Yoksa yarın çorbaya katılır, çorbayken yersin! Bizim Antep'in garsonları işte böyle dürüst insanlardır.
Battaniye öyküsü
      Karlı bir gecede tipiden yolunu kaybeden bir işadamı ile sekreteri arabalarını terketmek zorunda kalırlar ve uzun bir yürüyüşten sonra sığınacak bir kulübe bulurlar.
      Kulübede bir yatak, bir uyku tulumu ve bir sürü battaniye bulunmaktadır. Sekreter yatağına yatar, adam uyku tulumunun içine girerek fermuarı çeker. Tam uyumak üzereyken sekreterinin sesini duyar:
     Â
- Efendim, ben çok üşüyorum!      Adam fermuarı açar, uyku tulumundan çıkar, bir battaniye alıp kadının üzerine örter, tekrar uyku tulumuna girer; tam uyumak üzereyken yine sekreterinin sesini duyar:
     Â
- Efendim, ben hala çok üşüyorum.       Adam yine fermuarı indirir, tulumdan çıkar, bir battaniye daha alıp kadının üstüne örter, geri döner. Tam uykuya dalacağı aynı ses:
     Â
- Ben yine çoooook üşüyorum.       Adam yattığı yerden:
     Â
- Bir fikrim var, der,
burası ıssız bir yer. Neler olduğunu kimse göremez, istersen evliymişiz gibi davranabiliriz.
      Genç kadın kıkırdar:
     Â- Tamam, bana göre hava hoÅŸ.
      Adam yattığı yerden seslenir:
     Â- Öyleyse kalk kendi battaniyeni kendin al...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr