Melih AŞIK
Bir iç yazışma bu... Gazetemizin sahibi
Aydın Doğan tarafından Medya D Grubunun müdürlerine ve yazarlarına gönderildi... Aslında sadece Milliyet ailesini ilgilendiren bir "ilke" hatırlatması. Ancak neden okurlarımızı da ilgilendirmesin?..
Aydın Bey'in bu yazısından okurları da haberdar etmenin
"karşılıklı anlayış ve iletişim" açısından iyi olacağını düşündük. Aşağıya alıyoruz:
"...Yayımcılıkta haberlere ve yazarlara karışmanın gerekli, faydalı ve doğru olmadığını biliyorum. Benden, bu bakımdan bir şikayetiniz olduğunu da sanmıyorum.
Yayım ilkelerimiz bellidir. Ama bu, gazete, dergi, kitap, televizyon, radyo yayımcısı olan ve sekiz bini aşkın çalışanıyla dev bir aile oluşturan grubumuzda birbirinden farklı, bazen karşıt düşüncelere sahip arkadaşlarımızın bulunmadığı anlamına gelmez. Kaldı ki çeşitlilik mesleğimizin vazgeçilmez gereklerindendir. Benimsediğimiz yayım ilkeleri içinde kalmak koşuluyla, farklı görüşlerin, yorumların dile getirilmesini yadırgamamak gerekir.
Yadırgadığım bir noktaya değinmek istiyorum:
Biz büyük bir aileyiz, dedim. Yayınlarımızla bireylere ve gerçek ailelere sesleniyoruz. Günlük gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla ulaştığımız aileler, yaşlısıyla genciyle, çoluğuyla çocuğuyla bizim ailelerimiz.
Aile mahremiyetine giren, ekmek gibi, su gibi günlük ihtiyaçlar arasında yer alan gazetenin, diğer yayın organlarından farkı olması gerekir, diye düşünüyorum. Gereğinde bir filmin fotoğraflarının sinema girişinde sergilenmesi yasaklanabiliyor, seyirci yaşı sınırlandırılabiliyor. Televizyon programlarının geç saatlerde ve işaretlenerek yayımlanması sağlanabiliyor. Söz konusu bir dergiyse, naylon poşet içinde satılması istenebiliyor. Gazete içinse benzer bir önlem alınamıyor.
Bu özelliği nedeniyle gazetenin, haber, yazı ve resimlerinde, diğer yayın organlarından daha ölçülü ve özenli olması gerekir, diye düşünüyorum. Bütün arkadaşlarımdan, yazılarında toplumumuzun değerlerini, aile kurumunun özelliklerini dikkate almalarını rica ederim."
Duran Ofset, ilk basılı Türkçe yemek kitabı olan "Melceü't - Tabbahin"i (Aşçıların Sığınağı) şık bir cilt içinde yeniden basmış. Yararlı bir hizmeti gerçekleştirmiş. 1844 yılında Mehmet Kamil tarafından yazılmış olan kitaptan basit bir yemeğin lezzetli tarifini birlikte okuyalım:
Uskumru Balığı Tavası:
Tarik - i imali: Miktar - ı kafi balık tedarik edip içini temizleyip yıkayıp bir miktar tuzlayıp terk ettikte birkaç baş soğan soyup havanda iyice doğüp ve bir miktar yenibahar ve tarçın ve karanfil ve tuz ve biber konularak iyice karıştırıp ve içine yumurta koyup ve limon sıkıp bulamaç kıvamına getireler. Ba'dehu mezkur balıkları bu mamule bulayıp iki saat miktarı tevkifden sonra tava içine birinin başı bir tarafa ve ikincinin öbür tarafa ola. İyice istif edip üzerine mukaddemden yanmış olan zeyt yağı döküp altı kızardığı görüldükte tavaya mahsus olan tenekeden mamul kapağını üzerine kapayıp tavanın yağını süzüp çevirdikte balıkları kapağın üzerine alıp istifini bozmayarak usul ile tavanın içine çevirip koydukta süzülmüş olan yağı üzerine vaz' edeler. Canib - i diğeri kızardıkta yine usul üzeri kapağa alarak yağını süzerek tabağa vaz' ve yine limon sıkıp tenavül buyuralar. Pek nefis olur. Eğer bu tekellüfler olunmaz ise balığı dakik - i hassa batırıp kızgın yağ içine vaz' ile çevirerek kızartalar. Meşhuru budur.
Geçen hafta Refah'ı kapatma haftasıydı. Daha önceki
Mustafa Kalemli haftası... Ondan önceki Avrupa Birliği haftası... Bu hafta Rapor haftası oldu. Önümüzdeki hafta Bayram haftası... Sonrası mı?.. Allah Kerim...
Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi reddetmesine kendi çapımızda büyük tepkiler gösterirken bir Amerikalı yazar;
- Türkler bağırır çağırır, birkaç gün sonra herşeyi unuturlar, diye yazmıştı.
Mustafa Kalemli de manşetlerin en üstüne tırmandığı gün;
- Bu da geçer, demişti laf arasında...
O da geçti. Ülke kaygan. Gündem oynak. En dehşetli konu bir haftadan fazla gündemde kalmıyor.
Mustafa Kalemli daireyi Mesa'ya boşuna geri verdi. Trilyonluk koltuk yolsuzluğu unutulurken kızının dairesi de arada kaynar giderdi.
Bu arada olan Küçük
Zehra'ya oldu. Rapor yüzünden manşetlerde hakettiği yeri bulamadı. Kimbilir ne kadar mutsuzdur!..
Dönelim Rapor Haftası'na... Başbakan
Mesut Yılmaz, Arena'da gazetecilerin sorularına yanıt verirken
"Kamyon kazası olmasaydı çeteler ortaya çıkar mıydı?" sorusuna
"Korkarım ki hayır!" yanıtını verirken düşündük. Kah Bakan, kah Başbakan, kah muhalefet lideri olarak 15 yıldır Ankara'nın göbeğinde oturan
Mesut Bey, burnunun dibindeki çeteleşmeyi görememiş demek... Ya da görmezden gelmiş...
Oysa 1987 yılında ilk MİT raporu patladığında ANAP iktidarda,
Mesut Bey de Bakan'dı. O raporla ilgili soruşturma yapma görevi kime verilmişti biliyor musunuz? Yine
Kutlu Savaş'a... Soruşturma hasıraltı edildi. MİT raporuyla ilgili genel görüşme isteği de ANAP'ın oylarıyla reddedildi.
1997 Susurluk raporunda suçlanan isimlerin çoğu 1987 MİT Raporunda da geçiyordu. Raporu ANAP hasıraltı etmese ve gereğini yapsa, çeteleşme belki o dönemde önlenebilirdi.
Özal suikaste uğramazdı.
Uğur Mumcu'nun katledilmesine kadar varan faili meçhul cinayetlerin önü alınabilirdi.
Ne var ki
Abdullah Çatlı'yı Türkiye'ye çağırıp VİP salonunda karşılatan
Turgut Özal'ın böyle niyetleri yoktu. Olamazdı. Çeteler boy attı, büyüdü. Bugün bırakın çeteleri; çetelerle ilgili bir "rapor" bile Başbakan'ı ezebiliyor. O noktaya varıldı...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr