Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Melih AŞIK

Mustafa Kalemli'nin akıl almaz marifetleri ortaya çıkınca bu sütunda 15 Aralık 1996 günü yayınlanmış bir yazıyı anımsadık.
Dikkatlere sunalım...
DSP Milletvekili Ahmet Tan, o tarihte bir parlamento heyetiyle birlikte Singapur'a gidecekti. Kendisine verilen biletin üzerindeki fiyata baktı: 1850 dolar... Küçük bir araştırma yapma gereği duydu. Aynı bilet başka seyahat acentalarında 1350 dolardı. Arada 500 dolar (bugünün kuruyla 100 milyon lira) fark vardı. Kendisine verilen bileti iptal edip o ucuz bileti aldı. Seyahat dönüşü 1350 dolarlık bileti Meclis Başkanlığı'na ibraz ederek bedelini istedi. Aldığı yanıt:
- Biz ancak anlaşmalı şirketlere ödeme yaparız. Sizin bileti aldığınız şirketle anlaşmamız olmadığı için ödeme yapamayız...
Konu bu şekliyle sütunumuzda yayınlandıktan hemen sonra Meclis Başkanlığı Ahmet Tan'ı buldu. Kendisine 1350 doları derhal ödedi...
Biz bu yazıyı "TBMM'ye kazık" başlığıyla vermiş, hastanelerin attığı kazıktan sonra anlaşmalı seyahat şirketinin de açıkça kazık attığını kaydetmiş; Mustafa Kalemli'den bilgi istemiştik.
O güne dek kendisiyle ilgili her konuda vakit geçirmeden bilgi veren Mustafa Kalemli bu yazıyla ilgili bizi ne aradı, ne sordu... Konu öyle kaldı.
Kalemli'nin marifetleri son birkaç gün içinde ayyuka çıkınca yukardaki olayı anımsadık... Ve dün Ahmet Tan'ı aradık... Gülerek söylediği:
- O tarihte TBMM, "Libra" adlı seyahat şirketiyle çalışıyordu. Daha iyi şartlar sunmuş olmalı ki bir süre sonra "Libra"yı bırakıp "Alabandi" adlı firmayla çalışmaya başladılar. "Alabandi" kimin şirketi biliyor musun?..
- Galiba MESA'nın...
- Evet!..
Sonuç... TBMM'nin çalıştığı seyahat şirketlerinin uyguladığı fiyatlar ve yapılan ödemeler mutlaka titiz bir araştırmadan geçirilmelidir. Bir skandal daha patlayacaktır. Eminiz...

Meslekdaşımız Haydar Öztürk' ün, trafikle ilgili bir şikayeti üzerine yaşadığı ilginç ilgisizlik olayını dün bu sütunda aktarmıştık. Dilerseniz bugün de sözkonusu şikayetin devamı niteliğinde hoş bir duyarlılığı da bugün aktaralım. Söz Haydar Öztürk' ün...
"Yazınızın çıktığı günün sabahı, önce Trafikten Sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Sayın Şevket Ayaz, daha sonra da yine Trafikten Sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı telefonla beni aradılar. Her ikisi de başıma gelen olaydan duydukları üzüntüyü dile getirdiler. Dile getirdiğim şikayet üzerine derhal harekete geçtiklerini söylediler ve bana, telefonla şikayet almıyoruz, şikayetinizi bir dilekçe ile Trafik Müdürlüğü'ne yapın, diyen görevlinin kim olduğunu öğrenmek istediler. 154 No'lu Alo Trafik'in telefonuna bakan görevlilerin, sözlü de olsa her türlü şikayeti almak ve gereğini yerine getirmek zorunda olduğunu anlattılar. İlgilileri uyaracaklarını, bir daha böyle bir olayın yaşanmayacağını bildirdiler. Ve bundan sonra, böyle bir şikayetim olursa, direkt kendileriyle temasa geçebileceğimi belirttiler. Duyarlılığım için teşekkür ettiler. Ben de kendi duyarlılıkları için onlara teşekkür ettim.

Genelkurmay gezisinin üçüncü gününde ilk durak Harp Akademileri... İstanbul'un orta yeri Maslak'ta yeşillikler içinde bir başka ülkedesiniz adeta... Gazetecileri kapıda karşılayan Akademi Komutanı Necati Özgen, askerlere özgü kısa ve net bir konuşma yapıyor. Peşinden bir soru üzerine;
- Bugüne dek ilk kez bu kadar çok sayıda gazeteciyi burada ağırlıyoruz, diyor ve net sözcüklerle yıllardır bir kapalı kutu olarak kaldıklarını özeleştiri havasında ifade ediyor.
Geziyi izleyen televizyoncu arkadaşlar biz geziye katılanları fırsat buldukça kenara çekip aynı soruyu soruyor:
- Dört günlük bu gezinin amacı nedir? Askerler topluma nasıl bir mesaj vermek istiyor?. İleriye dönük bir kalite gösterisi mi?. Askerlerin sivillerden üstün olduklarını sergilemek için düzenledikleri bir şov mu söz konusu?..
Soruyu oracıkta Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'a iletiyoruz. Yanıtı:
- Bu gezi yaklaşık üç yıldır sürdürdüğümüz şeffaflaşma programının son adımı sayılabilir, diyor, Güneydoğu'da sürdürdüğümüz savaşta basına ve aydınlara kapalı kaldığımızı hissettik... Bu yüzden karşı tarafın propagandaları dikkat çekmeye başladı. Kendimizi daha iyi tanıtmaya karar verdik. Bu bağlamda kısa süre önce bir grup gazeteciyi Güneydoğu'ya götürdük. Gerçekleri yerinde saptamalarına yardımcı olduk. O arada birşey daha farkettik. Gazeteci arkadaşlar yüzyüze geldikleri subayların mesleki bilgileri kadar kültür düzeyleri vb. niteliklerine de yabancıydılar. O tespit üzerine "Bir subay nasıl yetişiyor" başlıklı bu brifingler serisini düzenledik...
Harp Akademilerinde de titiz bir eğitim uygulandığını kayda gerek yok.
Genel gözlemimiz: Askerler bütçeden kendilerine ayrılan payı eğitime dönüştürmekte çok başarılı olmuşlar. Bu işi siviller gibi savsaklamamışlar.
Gezinin her adımında tüm arkadaşlar sivil kesimin bu düzeyde bir eğitim planlaması yapmamış olmasına ve çağın gerisinde kalmasına hayıflandı.
Askerler sürekli 2020 - 2030 yılının komutanlarını yetiştirmekten söz ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK'ün ise daha iyi öğretmen, daha iyi doktor, daha iyi mühendis yetiştirmek gibi bir çabası ne yazık ki yok.
Konu gündemde bile değil...
Çocuklarımız lise ve kolejlerde gereksiz bilgileri ezberleyip a, b, c, d'li testlerden geçtikten sonra hepsini unutmaya koyuluyor. Dün bir ara sohbet ettiğimiz Eğitim Daire Başkanı Tuğgeneral Yaşar Kaplama ilginç bir hatırlatma yapıyor:
- Askeri okullarda uygulamaya koyduğumuz, ezberi reddeden, öğrenmeyi öğreten, sorgulamaya, düşünmeye, senteze dönük eğitim bizim icadımız değil. Bu programın bütün unsurları 7'inci beş yıllık planda mevcut. Biz kalkınma planında öngörüleni uyguluyoruz sadece...
Duyuyor musunuz sayın politikacılar? Milli Eğitim Bakanlığı'nın ve YÖK'ün sayın yetkilileri... Ve özellikle siz... Çocuklarının eğitilmekte değil köreltilmekte olduğunu boş gözlerle izleyen sayın öğrenci velileri...

Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr