10 Kasım günü ekranlarda gece yarısına dek Atatürk’le ilgili filmler, programlar, açık oturumlar izleyeceksiniz. Gazeteler “Atam izindeyiz” gibi kocaman manşetlerle çıkacak, sağa sola Atatürk’lü bayraklar asılacak, sosyal medya Atatürk özdeyişleriyle, çarpıcı fotoğraflarla dolup taşacaktır. Atatürk sevgisi bir günlüğüne tavan yapacaktır.
Ertesi sabahtan itibaren ise hayat eskiye dönecek, bir günlük tantananın ardından, Atatürk’ün vasiyetine hiç benzemeyen bir Türkiye manzarası tekrar önümüze serilecektir.
Atatürk’ün ilkeleri, idealleri, tasarımları geçen yıllar içinde terk edilmiştir.
Laik eğitim, halkçı politika, çağdaş kültür, muasır medeniyet, bağımsızlık yemini, hâkimiyet milletindir sloganı, devrimcilik, bilimsellik, sanata saygı gibi Ata’nın yücelttiği kavramlar uzağımızda kalmıştır.
İşin daha da garip ve hazin olanı... Bugün yaşanan çıkmazlar tartışılırken suç ve sorumluluk yine Atatürk dönemine atılmaktadır.
Aradan geçen 82 yıl hiç yaşanmamış, Atatürk aramızdan ayrılırken görevi genç nesillere devretmemiş gibi...
Atatürk “Beni hatırlayınız” dememiş de “Bütün başarısızlıklarınızı benim üstüme yıkın” demiş gibi...
10 Kasım’larda bir siyah beyaz Atatürk fotoğrafı altına yazacağımız tek sözcük vardır:
“Mahcubiyetle”
Nerde o günler!
Araştırmacı yazar Neşe Doster’in “Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar” adlı güzel kitabından söz etmiştik. Kitapta Atatürk’e engin sevgi ve saygı yanında, geri gelmeyecek günlerin hüznü de yansıyor satırlara.
Yakın dostu Falih Rıfkı Atay 60’larda yazıyor:
“En mesut Türkler Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. O kurtarıcıydı. Bizler koruyucu bile olamadık. Nerede, ne zaman sendelersek, tutunmak için onu hemen yanımızda buluyoruz.”
Yazar Cevat Fehmi Başkut: “Atatürk’ün arkada bıraktıkları bizi mesut müreffeh medeni ve büyük bir millet yapacak bir servetti. Biz ona yenilmesi hoş bir miras gözüyle baktık ve tam bir mirasyedi gibi davrandık.”
Yazar Attilâ İlhan: “O yıllarda herhangi bir sınavdan kırık not almak biz öğrenciler için yalınızca derslerle sınırlı değildi. Zayıf not alınca vatanımıza karşı kendimizi suçlu hissederdik. Çünkü o zaman Gazi vardı. Cumhuriyet vardı. Onlara karşı sorumluluğumuz vardı.”
Ve Aydın Boysan’ın şu sözleri:
“Hızır gelip de bir kez daha ömrümün bir bölümünü yaşama fırsatını verse ben ilk yılları seçerim. Patlak ayakkabılarım, yarı aç midem, üşüten giysilerimle Cumhuriyet’in ilk yıllarını... Çünkü saygın bir ülkenin onurlu vatandaşlarıydık.”
Keşke o günleri özlemek durumunda kalmasaydık.
TAŞLAR
1 Kasım harf devriminin 92. yıl dönümüydü.
Zihni geride kalmış bazılarından yine her zamanki teraneyi dinledik:
“Halk bir gecede cahil kaldı.”
“Ecdadının mezar taşlarını okuyamayan tek millet biziz.”
Bunlara cevap bir okurumuzdan geliyor:
“Osmanlı’dan kaç mezar taşı kaldı da okuyamıyorsunuz?”
Hemen ardından bir soru daha:
“Halkımız okuduğu Arapça duanın da anlamını bilmiyor. Bunu neden mesele yapmıyorsunuz?”
MİLLET
Atatürk 10. yıl nutkuna sade iki sözcükle:
“Türk Milleti” diyerek başlar...
Ve “Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim” diye devam eder.
Türkiye’de yaşayan insanlar “Türk milleti”ni oluşturur.
Millet, sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, ortak duygu, düşünce ve kültüre sahip, milli birlik beraberlik duygusu taşıyan insan topluluğudur.
Ümmet ise kendini sadece İslam dinine bağlı hisseden topluluk demektir.
Milletvekilleri “milletin bütünlüğü” üzerine yemin ederek işe başlar. Sadece ümmetin değil bütün milletin temsilcisidirler. Bu bilinçte olmaları gerekir.
SELANİK
Anadolu Ajansı muhabiri 1 Şubat 1939 tarihli bülteninde Yunanistan’dan bildiriyor:
“Ebedi Şef Atatürk’ün elim kaybı dolayısıyla Türklük âleminin geçirmiş olduğu kara günde Selanik Belediye Meclisi’nin toplanarak Atatürk evinin bulunduğu Apostolu Pavlo Sokağı’nın 450 metre uzunluğundaki kısmına Atatürk isminin verilmesi hakkında karar almış olduğunu daha önce bildirmiştim.
Atatürk adını taşıyan levha yakında sokak başına konulacak ve levhanın konması dolasıyla tören yapılacaktır.”
O levha konulmuş, sonra mı kaldırılmış, hiç mi konulmamış... Bilinmez. Atatürk’ün doğum yeri Selanik’te onun adını taşıyan bir sokak bugün yoktur. Komşumuz, Türk-Yunan dostluğu için yıllarca çaba gösteren, Venizelos tarafından Nobel’e aday gösterilen Atatürk’e, 450 metrelik sokağın adını çok görmüştür!
ŞARAP
Abdülhamit şarap içer miydi? Günlük tartışmalardan biri de bu.
Torunu Nilhan Hanım Saray’a şarap girdiği yolundaki yazılara kızmış.
Abdülhamit döneminde konser vermesi için Saray’a davet edilen piyanist Anna Grosser Rilke, kendisi için verilen ziyafeti anlatıyor:
“Muhteşem bir sofra kurulmuştu, zengin bir mönü vardı, tek içki şampanyaydı. Türklere şarap yasaktı, şampanya soda - gazoz olarak kabul ediliyordu”*
Görüldüğü gibi... Şarap yasak ama köpüklü şarap denilen şampanya serbest imiş.
Saray her şeyin kolayını bulmuş.
(*Kitap: İstanbul’da Bir Hoş Sada - İş Bankası Kültür Yayınları, sayfa 152)