Libya’ya asker gönderilmesiyle ilgili olarak TBMM’ye gönderilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi bugün Genel Kurul’da görüşülecek... Başta CHP ve İyi Parti, Libya’ya asker gönderilmesine karşı çıkıyor. Muhalefet partileri, Libya’daki iç savaşa müdahalenin ulusal çıkarlarımız açısından gereksiz olduğu, askerimizin boş yere tehlikeye atılacağı görüşünde. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun liderlere yaptığı ziyaretlerde “çatışma riskinin olduğu” yolundaki ifadeleri endişeleri biraz daha artırıyor.
Strateji uzmanı E. Gen. Nejat Eslen, bugün görüşülecek tezkereyle ilgili diyor ki:
- Tezkerede, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Libya’da hangi tehdit veya risk altında olduğu açıkça belirtilmemiştir. Bu konuda netlik olması gerekir. Çünkü politik amaç ulusal çıkarlara göre belirlenir. Libya’ya gönderilecek askeri gücün büyüklüğü, tipi ve hedefleri de ulusal çıkarlara yönelik tehditlere göre belirlenecektir.”
- Libya’da Uzlaşı Hükümeti UMH’nin Türkiye’den talep ettiği muharip askeri gücün hangi amaçlarla ve hangi tehditlere karşı kullanılacağı da tezkerede açıkça belirtilmeliydi...
Türkiye, Libya’da savaşı değil barışı desteklemelidir.
2020
Okul arkadaşımız ve dostumuz Prof. Ömer Kürkçüoğlu yeni yıl kutlamasına küçük bir not eklemiş. Okuyoruz:
“2020’nin bir özelliği var. 2020’nin ilk iki sayısıyla son ikisinin aynı olması yüzyılda bir rastlanan bir durum. Geçen yüzyılda da 1919 böyleydi. Kaderimizi değiştiren bir yıl oldu. 1919 sayesinde bugünleri yaşayabiliyoruz. 2020’nin de ulusa şans getirmesi dileğiyle... 2121’e daha güzel girelim diyoruz...”
OTOM
Yerli otomobil için şimdiden 120 bin sipariş alınmış.
Otomobiller 2022’den itibaren sahiplerine verilecek.
Şimdiden hayırlı olsun diyoruz.
Otomobil ve sipariş deyince aklımıza bir Sovyet fıkrası geliyor.
İşçi Nikolai otomobilin parasını yatırmış, bankodaki görevliye aracı ne zaman teslim alacağını sormuş.
Cevap:
- 10 yıl sonra ocak ayının ilk haftasının ilk günü gelip aracı alacaksınız.
İşçi sormuş:
- Öğleden önce mi geleyim, öğleden sonra mı?
KAMOY
TRT’de eski yıllarda bir yarışma programı vardı. Yarışmacının karşısına üç veya dört kişi oturuyor, hepsi aynı konuda bir şeyler anlatıyor, üçü yalan söylüyor, biri doğru konuşuyor, yarışmacıdan doğru konuşanı bulması isteniyordu.
Şimdilerde bütün toplum bu programa katılmış gibiyiz... Her gece ekranlara iki üç yalancı, iki üç doğrucu çıkıyor.
Bunlar aralarında tartışıyor.
Yalancılar daha usta konuşmacı olduğu için vatandaş onlara daha çok inanıyor. Böylece kafalar karışıyor. Yalanlar doğru, doğrular yalan diye yenilip yutuluyor.
Yukarda sözünü ettiğimiz TRT’deki programda takdimci, yarışmanın sonunda kimin doğru kimin yalan söylediğini açıklıyordu. Şimdiki ekran tartışmalarında yalancı doğrucu açıklanmıyor. Aydınlanmak için ekran başına oturan vatandaşın aklı biraz daha karışıyor.
ÇED
İstanbullu yurttaşlar kar, yağmur, çamur demeden çevre il müdürlüklerinin önünde yüzlerce metrelik kuyruklar oluşturdular. ÇED raporuna itiraz dilekçelerini ilgililere teslim ettiler. Böylece anayasal görevlerini yerine getirdiler. Ne diyor Anayasamız:
“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
Görüldüğü gibi... Sağlıklı bir çevre için Anayasa devlet kadar vatandaşlara da görev veriyor. Vatandaşlar “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız” türünden caydırıcı mesajlara rağmen ödevlerini yılmadan yerine getiriyor.
Halkın bu azmi ve iradesi İstanbul’u koruyacaktır.
SÖZ
Dindarlar alınmasın. Söz dindarlara değil, dincilere.
İlahiyatçı Cemil Kılıç attığı tivitte diyor ki:
“Şu bizim dinciler yılbaşına karşı örgütlendikleri ve çalıştıklarının yarısı kadar ülkedeki hırsızlık, tecavüz, cinayet, adam kayırma ve çocuk istismarına karşı mücadele etseler memleket çok daha yaşanılır hale gelirdi.”