Melih AŞIK
Konumuz İzmir'in yılan öyküsüne dönme eğilimi gösteren Kordon Otoyolu... Telefonun karşı ucunda bu yolun yapımını Bayındırlık Bakanı olduğu dönemde durdurmuş olan CHP Milletvekili Prof.
Onur Kumbaracıbaşı:
- Kordon otoyolu konusunda duyarsız kalmamaları için CHP İzmir İl Başkanı'nı aradım biraz önce, diyor,
meğer o da tam o sırada Kordon'da doldurulmuş olan alanda inceleme yapıyormuş...
- Sizin öneriniz nedir bu konuda?..
- Bir şehir, otomobillerin gidip gelmesi, müteahhitlerin para kazanması için değil; insanların rahat yaşaması için dizayn edilir. Şehrin bir kimliği ve kişiliği vardır. Kordon İzmir'in simgesidir. Böyle bir simgeyi paldır küldür yok edemezsiniz... Ben otoyolu o yüzden durdurmuştum...
Daha sonra dünkü yazımızda adı geçen DSP Milletvekili
Ahmet Priştina arıyor telefonla:
- Beni otoyol yanlısı olarak gösteriyorlar, diyor,
oysa ben de otoyola karşıyım. Doldurulan alan halka açık bir rekreasyon alanı yapılmalıdır. Üstelik Bayındır Holding'in kent planları da bu kentin dışına çıkarılmalıdır. Çünkü her tarafa viyadük yapmayı planlıyorlar.
Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
Tevfik Ketencioğlu arıyor bu defa:
- İzmir Koruma Kurulu'nun doldurulan alanı "SİT"
ilan eden kararını usülden iptal ettik, diyor,
sebebi bu kararı özel şartlar olmadığı halde özel gündem halinde görüşmesiydi. Ama Kurul üyelerine herhangi bir baskı yapmamız söz konusu değildir. Usulüne uygun olarak yeniden aynı kararı alabilirler...
Ketencioğlu, dolgu alanı öyle kaldığı takdirde bunun çok çirkin bir görüntü oluşturacağını anlatıyor. Diyoruz ki:
- Özfatura'nın o alanı rekreasyon alanı haline getirmesiyle sorun çözülür...
- Ya öyle bırakırsa, diyor.
Bunun Kültür Bakanlığı'nı ilgilendiren bir sorun olmadığını belirtiyoruz.
Ketencioğlu, Özfatura'nın yakında kendilerine yeni bir proje getireceğini ekliyor. Bakanlık olarak
Özfatura kadar İzmir'deki kendi Koruma Kurullarına ve sivil toplum kuruluşlarına da kulak vermelerini diliyoruz...
Başbakan'ın Budapeşte'de burnunu kanatan
"Yumrukçu Veysel" Türkiye'ye getirildi. Kimi soru işaretlerini de birlikte getirdi. Hatırlayacaksınız... Bir süre önce eski İçişleri Bakanı
Ülkü Güney'in de bulunduğu bir grup ANAP'lı milletvekili gizlice Budapeşte'ye giderek saldırganla görüşmüş; onu dönmeye ikna etmişti. Grupta yer alan Batman milletvekili
Nizamettin Sevgili, dönüşte verdiği demeçte,
"Veysel Özerdem'i `Mesut Yılmaz senden davacı olmayacak'
diyerek dönmeye ikna ettik" demişti... Nitekim
Mesut Yılmaz şu ana kadar
Veysel'den davacı olmadı.
Yılmaz davacı olmayınca
Özerdem'in yargılanması söz konusu olmuyor.
Peki...
Mesut Yılmaz davacı olmayacaksa ANAP'lı milletvekilleri neden bu kadar çaba gösterip
Veysel'i Türkiye'ye geri getirdiler?..
Bu soruyu gelişmeleri bizim gibi merakla izleyen bir ANAP milletvekiline yöneltiyoruz. Bu dostumuz,
"Kesin konuşacak kadar bilgisi olmadığını" söyledikten sonra,
"Ancak kimi tahminlerini aktarabileceğini" belirtiyor ve şöyle diyor:
- Mesut Bey'in niçin ani bir kararla Budapeşte'ye indiğini ve
Veysel Özerdem'in kendisini niçin yumrukladığını henüz çözebilmiş değilim. Ama daha sonra gelişen olayları bir ölçüde de olsa çözebildiğimi sanıyorum.
- Nedir onlar?
- Ülkü Güney ve öteki milletvekilleri,
Veysel Özerdem'le,
"Sen bu saldırıyı Tansu Çiller'
in talimatıyla yaptığını söyle" pazarlığı yaptılar. Amaç böylece
Tansu Çiller'i kamuoyu karşısında güç durumda bırakmak...
- Veysel Özerdem'e bunun karşılığında ne söz verildi?..
- Mesut Yılmaz'ın kendisinden davacı olmayacağı sözü... Biliyorsunuz, böyle bir saldırı suçunun hukuktaki adı, takibi şikayete bağlı suç... Yani saldırıya uğrayan şikayetçi olmazsa, saldırganın yargılanması mümkün değil...
Mesut Bey de şikayetçi olmayacağını zaten açıklamıştı.
- Bütün bu pazarlıklar olurken DYP tarafının tavrı ne oldu?..
- Tansu Çiller aleyhinde böyle bir tezgah kurulduğunu anlayınca hemen harekete geçti ve
Nurhan Tekinel'in de aralarında bulunduğu bir grup milletvekilini Budapeşte'ye
Veysel Özerdem'le karşı pazarlığa gönderdi.
- Ondan bir sonuç çıktı mı peki?
- DYP'li milletvekillerinin Budapeşte'ye gideceklerini öğrenen ANAP ekibi hemen harekete geçti. DYP'lileri Budapeşte havaalanında hayali ihracattan yurtdışına kaçan
Ertaç Tinar'a karşılattı. Ve bu karşılamayı önceden basına sızdırdı. Olay medyaya,
"DYP'lileri hayali ihracatçı karşıladı" diye yansıyınca
Nurhan Tekinel ve arkadaşları
Veysel Özerdem'le görüşemeden geri döndüler. Yani girişimleri akim kaldı.
- Sonuç?
- Anladığım kadarıyla bizimkiler bu işi bitirdi!..
Günümüzün popüler ismi
Fethullah Gülen'le ilgili inanış ve yargılar değişik...
Örneğin
Bülent Ecevit dün Sabah'ta yer alan demecinde diyor ki bu hususta;
"Fethullah Gülen
Türkiye'de saygınlığı olan bir kimse. Gülen
hedef alındı. Ama bilin ki, Fethullah Gülen
olmasaydı onun telkinleri olmasaydı Orta Asya ülkeleri ve Azerbaycan İran, köktendinciliğinin etkisi altına girerdi. Açtırdığı okullar bunu önledi. Gülen'
in çevresi olmasa meydan tamamiyle Refah zihniyetine kalacaktı..."
Refah zihniyeti
"Radikal İslam", Fethullah Gülen zihniyeti ise
"Ilımlı İslam" sayılıyor malum... ABD yönetimi olsun... Türkiye'de Cumhurbaşkanı
Demirel ve siyasi partiler olsun... Ilımlı İslam'ın RP zihniyetinin yayılmasına karşı en etkili tampon olduğu düşüncesindeler.
Öte yandan... Laik aydınların önemli bir bölümü ile askeri komutanlar, siyasetçilerin aksine, RP ile
Fethullah Hoca zihniyetini çelişen değil, paralel giden iki akım olarak algılıyor... Bu kesimin düşüncesini önceki gün
Mustafa Balbay Cumhuriyet'teki sütununda şöyle özetliyor:
"Aynı yöne giden iki nehrin hızlısıyla yavaşı arasındaki fark neyse şeriatın ılımlısıyla serti arasındaki fark odur..."
Ezcümle...
"Fethullah Hoca'nın niyetleri" konusunda görüşler karmaşık ve çelişik...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr