Sütun komşum Ece Temelkuran şiir kitabını göndermiş. İçinde binlerce resim, binlerce hayal, binlerce hayat... Ve iç yakan seslenişler:
Bu meydandaki seslerin hiçbiri,
Zamana kalmayacak
Her şey gerçekleştiği zamanın içine düşüp
Bir kumulun bir iskeleti yutuşu gibi
Sesler, kendi zamanlarınca yutulacak
Senden, bu gidişinden, gelişinden, beceremeyip çekilişinden, karar vermeyişinden, dalıp gidişinden, kahrolup parçalanmandan, dönüp yine birleşmenden, kuru bir hikâye ile bir tutam saç kalacak.
Eskitilmiş hikâyen anlatılırsa, bir ağızdan bir nefes çıkacak. O hikâyenin nefesi de azala eksile bir sonraki gezegene ulaşacak. Senden geri kalan nefesi, bu gezegen olmasa bile, bir sonraki soluyacak.
Bir cümlen, bir ikindi vakti çayla kurabiye yiyen bir çocuğun aklında - kim bilir, belki yanlış kalacak. Adın, o yanlış cümleyle anılacak. Kim bilir, belki o cümle, seninkinden daha güzel olacak. Seni, şimdi hayal edemeyeceğin kızıl saçlı bir çocuk anlayacak.
Büsbütün yanan bir daha yanmaz, unutma!
Hep bir daha tutuşacak kadar yanmalı kişi
Dur şimdi sen, yeter
Dur bu kıyıda
Kim bilir, belki bir gün, yeniden çıkarsın
Şimdi bilemeyeceğin bir yolculuğa
Siyasetçi bir cambazdır...
Dengesini söylediklerinin tersini yaparak bulur...
Maurice Barres
Turgut Özakman "19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun’da" adlı kitabında "Atatürk yeniden Samsun’a ayak bassaydı neler olurdu?" sorusuna yanıt arıyor. O arada tarihten utanç sahnelerine yer veriyor kitabında...
Yıl 1919... Atatürk’ün Samsun’a ayak basışından birkaç ay öncesi... Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mr. Hohler’e diyor ki:
"Bütün umudumuz Allah’ta ve İngiltere’de..."
Damat Ferit yerine bugünün siyasetçilerini, İngiltere’nin yerine Amerika’yı koyalım... Ve soralım: Bugün 1923’ün ilerisinde miyiz, gerisinde mi?
Çok şapka lazım...
Bir siyasetçinin üç şapkası olmalı...
Biri ringe atmak için...
İkincisi altında konuşmak için.. Üçüncüsü seçildiği takdirde içinden tavşan çıkartmak için...
Carl Sandberg
Eskişehir’in tarihi dokusunu taşıyan ama son yıllarda harabe haline gelen Odunpazarı evleri, Anadolu Üniversitesi tarafından restore edildi. Birleştirilerek 18 odalı misafirhane haline getirilen evlerde üniversiteye davetli yabancı konuklar ağırlanacak.
Eski evler deyince... Kastamonu Valisi Hanefi Yeter’in eski evleri onarmakta diğer illeri geride bıraktığını burada zikredelim. Vali Yeter, Kastamonu’nun tarihi kimliği ortaya çıktıkça gelen turist sayısının da arttığını söylüyor. Diğer vali ve belediye başkanlarının bilgisine...
Profesör Oktay Yenal seçime girecek partilerin ekonomik programlarını incelerken bu işin ne kadar yalap şap yapıldığını da örneklerle ortaya koyuyor. Örneğin malumunuz kimi partiler IMF programını uygulayacaklarını bildiriyor... Kimileri IMF programına şiddetle karşı...
Profesör Oktay Yenal diyor ki:
- İktidara gelirlerse IMF programlarına tam sadık kalacaklarını söyleyenler de, IMF programlarını düzelteceklerini ilan edenler de konuştuklarının farkında değiller, çünkü bunlar IMF programlarını (niyet mektuplarını) okumamışlar. Okusalardı Niyet Mektupları’nda makro dengeler hakkında kısa süreli koşullardan başka ortada gelecek yıla dair bir program olmadığını görürlerdi. Faiz dışı bütçe fazlası oranı saptamaktan başka ortada program yok ki "harfiyen uygulansın" ya da "değiştirilsin". Partiler neyi aynen uygulayacaklarını, neyi değiştireceklerini bilmiyor.
- Peki IMF ne yapacağını biliyor mu?
- Doğrusu IMF’nin de, ülkenin bu günkü stagflasyon durumunda, çok kısa süreli kaygılar dışında, ne tavsiye edeceğini bildiği kuşkulu...
Sayın Oktay Yenal özetle, ekonomide umudunu IMF’ye bağlamış partilere bu kadar umutlu olmamaları gerektiği mesajını gönderiyor...
Düşünme olmaksızın öğrenme emek kaybıdır;
öğrenme olmaksızın düşünme ise tehlikelidir.
Konfüçyüs
Okurumuz Özgür Meşhur dikkat çekiyor... Ses sanatçısı Kenan Doğulu, "Dağ Başını Duman Almış" adlı marşı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için yeniden yorumlamış ve bir de klip çekmiş, güzel de olmuş. Ne var ki klibin sonunda sponsor olarak bir Amerikan spor malzemeleri üreticisi olan NIKE’ın ismi yazılı... Ve ekranda tam bu NIKE yazısı görünürken Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi sesinden "Ne mutlu Türküm diyene" sözü duyulmakta. Okuyucumuz bir gariplik görmüş durumda.