Halkımız (en az yüzde 90 oranında) araç kullanmasını bilmiyor. Bilmediği gibi trafik kurallarına da uymuyor. Uymadığı gibi birbirine saygı da göstermiyor. Trafik "Büyük araç küçük aracı ezer" kuralına göre işliyor. Küçük araç da kompleksini yayalar üzerinde gidermeye çalışıyor. Bütün komplekslerini, stresini, fiyaka arzularını, takoz ve çekme halatını yanına alarak yola çıkan sürücü, şehirlerararası yollarda gaz pedalını "Ölmeyeee, ölmeyeee, ölmeyeee geldik" şarkısıyla topukluyor. Ve papazı buluyor. Ya da bulduruyor.
      Tabii olan masumlara oluyor... Trafikte ölen ya da sakat kalanların çoğunluğunu masum insanlar oluşturuyor.
      Peki bu günahsız kurbanları yasalar ve mahkemeler koruyor mu?
      Ne gezer.. Yargı da maalesef onlardan yana çalışıyor.
      Örnek mi? Buyrun...
      Radikal Gazetesi spor muhabiri Lütfü Özel anlatıyor:
     Â- 1991 yılında Sezer firmasına ait bir otobüsle Çorum'a gidiyorduk. Åžoförümüz Sungurlu yakınlarında hatalı sollama yapınca, karşıdan gelen araca çarpmamak için otobüsü ÅŸarampola devirdi. Kazada üç yolcu öldü, onlarca yolcu yaralandı. Ben ve eÅŸim aylarca hastanede yattık. ÇektiÄŸimiz acıların yanısıra milyonlarca lira da tedavi parası ödedik. Trafik polisinin raporuna göre kazada, bizim ÅŸoför 8'de 8 suçluydu. Hastaneden taburcu olur olmaz, kimliklerini ve adreslerini tesbit edebildiÄŸimiz öteki kazazedelere gittik, hep birlikte dava açmayı önerdik. Hiçbiri kabul etmeyince, 1992 yılının baÅŸlarında davayı biz açtık. Yıl 1999 ve bizim dava hala sürüyor; daha ne kadar süreceÄŸini de bilemiyoruz...
      Bozuk trafiğimiz üstüne üstlük... Suçlu olan haklıdır, kuralını izliyor.
      Associated Press Ajansı İstanbul Bürosu'ndan Murad Sezer, ABD'nin Irak'ı vurmaya başladığı ilk günden bu yana Bağdat'taydı.
      Yeni döndü ve dün telefonda ilginç bir izlenimini aktardı:
      - Gece ABD füzeleri Bağdat'ı vuruyor; ertesi sabah CNN muhabirleri ellerinde kamera, sokağa çıkıp görüntü alıyor... Kimse de çıkıp "Kahrolsun Amerikan basını!.." diye gazetecilere saldırmıyor. Bırakın saldırmayı, manalı bir bakış bile yok... Sırf haber yapmak uğruna, üstelik kendi ülkemizde başımıza gelenler aklıma geldi... Olup biten herşeyin sorumlusu bizmişiz gibi üzerimize yürüyenler, sözgelimi Irak'ta yaşananların binde biri ülkemizde yaşansaydı ABD'li gazetecilere ne yaparlardı?.. Düşündüm, düşündüm.. Cevap bulamadım!..
     Â"OÄŸlunuzun hangi mesleÄŸi seçmesini isterdiniz?" konulu bir araÅŸtırmanın sonuçlarından söz etmiÅŸtik geçenlerde. Ebeveynler neredeyse "koro" halinde "Doktor!" yanıtını vermiÅŸlerdi soruya.
      Şimdi gelelim madalyonun arka yüzüne.
      Balıkesir Tabip Odası Başkanı Dr. Orhan Erdinç'in acı mektubuna:
      "...Ebeveynlerin çocuklarının doktor olmasını arzulamaları, en başta bu meslekten "çok para" kazanıldığı savına dayanıyor. Ancak, Balıkesir'de yaptığımız bir araştırmaya göre doktorların yüzde 80'i kendi çocuklarının "doktor" olmasını istemiyor! Çocuklarının "doktor" olmasını isteyen yüzde 20'lik kesim içinde de "Hekimlik iyi gelir getiren bir meslektir" diyen tek meslektaşımız yok. Siyasi iradenin sağlıktaki vurdumduymazlığı ve "yılda 5 bin hekim yetiştireceğiz" iddiaları yüzünden çok sayıda hekim arkadaşımız özel sağlık kuruluşlarında sosyal güvenceden yoksun 60 - 70 milyon aylıkla çalışıyor. Daha kıdemli hekimlerin durumu da çok farklı değil. Mesela ben 22 yıllık hekimim ve 187 milyon lira maaş alıyorum. 18 yıldır muayenehanem de var ve hala geçim sıkıntısı çekiyorum. Halkın satınalma gücünün düşmesine bağlı olarak yakın gelecekte muayenehanelerin de bir bir kapanacağını söylemek falcılık olmayacak.
      Halen bir televizyon kanalında üst düzey yönetici olan arkadaşımız, geçenlerde Ankaralı bir üst düzey polis müdürüyle sohbet ediyordu. Laf dönüp dolaşıp polisin yasadışı telefon dinlemesine gelince, kendi telefonlarının da aynı şekilde dinlenmekte olduğunu bilen arkadaşımız;
     Â- Biliyor musunuz müdür bey, dedi, telefonlarımı dinlediÄŸiniz için ben çok kızıyorum ama karım tam tersi... Telefonlarımı dinlediÄŸiniz için öyle memnun, öyle memnun ki, anlatamam.
      Müdür şaşırmıştı:
      - Neden o?
     Â- Neden olacak, birgün kafanız bozulur da konuÅŸma kasetlerini açıklarsınız diye korkumdan çapkınlık yapamıyorum. Karım da bunu bildiÄŸi için, sıkıysa çapkınlık yap, alimallah polis bir açıklarsa bütün Türkiye'ye rezil olursun sonra, diye ikide bir benimle dalga geçip duruyor.
     ÂEmniyet Müdürü baktı ki arkadaşımız espri yapmıyor, çok ciddi, hemen "delikanlı polis" yüzünü gösterdi:
     Â- Bakın dedi, bize bu konuda kesinlikle güvenebilirsiniz, çünkü teÅŸkilatımız o tür konuÅŸmaları prensip gereÄŸi asla açıklamaz.
      Müdür beyin, bu teminatı arkadaşımıza yetmiş mi peki?
      Hayır... Ne olur ne olmaz diye tedbiri elden bırakmıyormuş yine de...
      *Erkeksiz bir kadın şemsiyesiz balığa benzer...
      *Kapıyı kapasana salak. Size değil komutanım.
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr