Melih AŞIK
Susurluk Raportörü
Akman Akyürek'in kaza mı cinayet mi olduğu anlaşılmayan ölümü neredeyse ikinci bir Susurluk... Susurluk Komisyonu üyelerinden biriyle konuşuyoruz... Anlatıyor:
- Komisyon çalışmaları sürerken Sabah gazetesinde
"Susurluk Komisyonu'nda MİT parmağı" diye bir haber çıktı. Haber,
Akman Akyürek'in MİT bağlantısını ihsas ediyordu. Buna rağmen
Akman Bey komisyondaki çalışmalara katılmaya devam etti. Yaklaşık üç hafta sonra artık daha fazla tanığın dinlenmemesi karara bağlandığında birden istifa etti. İstifa gerekçesi olarak da üç hafta önceki haberi gösterdi. Komisyon çalışmalarına sonuna kadar katılıp sonunda istifa etmesi, komisyonu çok güç durumda bıraktı. Raporu yazmak bu durumda biz üyelere kaldı...
Akman Akyürek'in ölümü üzerine kimi gazeteler,
"Sırlarıyla gitti" biçiminde başlıklar attı ya.. Meğer
Akman Akyürek sırlarıyla birlikte daha önce ayrılmış komisyondan...
Akyürek, daha önce de Faili Meçhul Cinayetler ve Hayali İhracat komisyonlarında görev almıştı. Hayali İhracat Komisyonu Başkanı DYP'li
Mahmut Öztürk, dünkü Radikal'de yayınlanan demecinde diyor ki:
- Komisyon iki yıl çalıştı, ama
Akman Akyürek bir ay çalışıp istifa etti. Bazı devlet görevlileri o zaman beni
Akyürek'in incelenen firmalarla ilişkisi olduğu yönünde uyarmıştı. Benim 50 uzmanım vardı. Sadece
Akyürek kendisine baskı olduğunu iddia ederek ayrıldı. Durum kuşku vericiydi...
Akyürek, Hayali İhracat Komisyonu'ndan bir ay sonra ayrıldığı halde kendisine Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu ve Susurluk Komisyonu'nda da görev verilmiş. İlginç?
Tabii otomobilinde bulunanlar çok daha ilginç... İki ruhsatlı tabancası varken otomobilde bir ruhsatsız tabanca ve 10 mermi bulunuyor...
Dolarlar, marklar, ödeme makbuzları... Bu arada 350 milyar liralık çek koçanından söz ediliyor. Bir devlet memurunun 4,5 milyar liralık son model Opel Vectra kullanması bile başlı başına kuşku çeken bir durum..
CHP Milletvekili
Fikri Sağlar, Akman Akyürek'in İngiltere ve Güney Afrika gezilerinin gerekçeleri konusunda bir yazılı soru önergesi verdi Meclis'e...
Sağlar araştırmış... Bu geziler için
Akyürek'in bağlı bulunduğu mercilerden izin almadığını saptamış.
Nereden baksanız muamma...
Eğer
Akyürek'in otomobilinde bulunan belgeler iyi incelenirse ölümün bir kaza mı, yoksa cinayet mi olduğu da ortaya çıkabilir. Bu yönde bir çaba var mı? Umarız vardır...
Yaşasın!.. Meclis dokunulmazlıkları kaldırdı, diye havaya şapka fırlatacak bir durum yok, diyor
Ertuğrul Günay... Bir hukukçu ve eski milletvekili olarak ortada sevinecek değil, kaygılanacak durum bulunduğunu söylüyor... Ezcümle diyor ki:
- Ağar ve
Bucak'ın dokunulmazlığı Susurluk'un 13'üncü ayında kaldırılabildi. Oysa olayı izleyen üç ay içinde kaldırılmalıydı. Çok gecikildi.
Abdullah Çatlı'nın ev ve işyerlerinde olayı izleyen birkaç gün içinde yapılması gereken arama, 60 - 70 gün sonra yapılmıştı. Soruşturma geciktiği gibi parlamento da gecikti.
- Kasten mi?
- Gelişmeler ortada... Hatırlarsanız
Erbakan uzun süre bu olayı
"Fasa fiso!.." diye savsakladı. Peşinden fezlekeler aylarca Başbakanlıkta tutuldu. Neden sonra Meclis'e geldi. Bu defa ilgili komisyon çok tuhaf bir şekilde
Ağar ve
Bucak lehinde karar çıkardı. Araya yaz tatili girdi. Meclis Komisyonu aradan bir yıl geçtikten sonra konuyu ikinci defa ele aldı. Böylece Meclis'in dokunulmazlık kararı alması için aradan 13 ay geçti...
- Bu arada da epey olay oldu...
- Maalesef... İfadeler, mahkemeler, yargılamalar... Baskılar... Çetede adı geçenlerin hepsi bugün dışarda. Deliller kaybolmaya yüz tuttu neredeyse. Mesela
Mesut Yılmaz'ın geçen yıl sözünü ettiği bir bant bugün ortada yok. Diyeceğim; dokunulmazlıkların kaldırılması, Susurluk davasının belli çıkmazlara girdiği ve mahkemelerden birşey çıkmayacağının anlaşıldığı bir dönemde gerçekleşti. Meclis'in kararı o yüzden bence fazla önem taşımıyor.
- Sonuç?
- İki milletvekilinin beraat edip Meclis'e dönmeleri kimse için sürpriz olmasın...
Sekiz yıllık temel eğitimin uygulanmasıyla gündeme gelen
"pratik" sorunlar ve
"eğitimin içeriği" konusu, Helsinki Yurtaşlar Derneği'nin dün düzenlediği panelde ele alındı. Toplantıda mevcut ilköğretim sistemimizin temel sorunları üzerine ilginç fikirler dile geldi. Yerimiz elverdiğince aktaralım:
NECDET SAKAOĞLU (Talim Terbiye Kurulu üyesi): "Çok sayıda derslik inşa ederek 8 yıllık eğitim meselesini çözeceğimizi zannediyoruz. Ama yanılıyoruz. Çocukları dersliklere hapsederek kendimizi kandırırız. Bu yolda harcanan paranın büyük kısmı da boşa gidiyor. `Neden?.' derseniz, inşa edilen okul binalarına bakın.. 4 - 5 katlı yapılar, ilköğretim ruhuna aykırıdır. İlköğretim okulu, çocuk için çekiciliği olan bir mimari yapıya sahip olmalı, ki, çocuk her sabah okuluna sevinçle gidebilsin.. Okul ortamı öğrenciyi sıkmayacak doğallıkta yapılanmalı; tek katlı, geniş bahçeli olmalıdır. Bakın bakalım; okulların kaçta kaçı bu nitelikte?. Eğitimin içeriğine gelince.. En önemli sorun bu... Onu aşmadan 8 yılın amacına ulaşmasını bekleyemeyiz. Şu an bizim önümüzde 2400 adet ders kitabı var. İçlerinde öğrenciyi düşünmeye, yorum yapmaya, sonuç çıkarmaya yönlendirecek zerre kadar bilgi bulamazsınız. O yüzden tüm eğitim programını deyim yerinde ise
`silkelemek' ve yeniden ele almak zorundayız.
Prof.
RIFAT OKÇABOL: "Talim Terbiye Kurulu üyesi
Necdet Bey'in konuşması bir anlamda özeleştiriydi. Öğrenciyi ufuksuzlaştıran o kitapları, sanki başkaları onaylanıyormuşçasına eleştirdi. Unutmayalım, bu kitaplar Talim Terbiye'nin onayından geçiyor..."
Prof.
AYLA OKTAY: "Tüm Milli Eğitim kadroları olarak elele verelim; çocuklarımıza ana okulundan başlayarak meslekleri ve yaşamı tanıtıcı projeler geziler, gözlemler yapma olanağı sağlayalım. Öğretimi dört duvarın arasından çıkarıp çarşıya pazara, müzeye, sokağa, itfaiyeye ve markete taşıyalım. Çocuklarımızı gerçek hayatın içinde, öğrenme zevkini tatmalarına olanak sağlayarak eğitelim..."
Prof.
METE TUNÇAY: "Eski öğretmenler gerçekten daha iyi idi. Çünkü o kuşaklar içinde en yetenekli ve parlak çocuklar öğretmenlik mesleğine heves ediyordu. Son zamanlardaysa giderek "orta", hatta, "orta altı" gençler öğretmenliği amaç edinir oldu. O yüzden yapılması gereken en acil şey, galiba, öğretmenlerin maddi durumunu iyileştirmek.. böylece de mesleğe yeniden itibar kazandırmak..."
Kahve arasında adının yazılmamasını rica eden bir okul müdürü de yanımıza sokulup diyor ki:
- Herşey konuşuldu, ama birşey daha var ki, unutulmasın. Bence çok önemli: İlkokul çağında bir çocuk, sabah saat 7.30'da ilk derse giriyor. Okula yetişebilmek için saat 6.00 - 6.30'da uyandığını düşünün. Olacak şey mi?. İnanın çocuklar, saat 9.00 - 9.30'a kadar uyukluyor...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr