Yurtdışına uçakla gidenler bilir... Her ülkenin hava alanlarında, pasaport kontrol bölümünde iki ayrı kapı vardır. Kapılardan biri o ülkenin vatandaşlarına tahsis edilmiştir, diğeri ise yabancı uyruklulara...Ülkenin vatandaşları, kendi kapılarından rahatça geçip giderken, ikinci kapıdakiler, kimi zaman dakikalarca, kimi zaman saatlerce pasaport kontrol işlemlerinin bitmesini beklerler.
      Diyelim yolculuğunuz Avrupa'ya... Eğer gittiğiniz ülke Avrupa Topluluğu üyesi ise karşılaşacağınız manzara yine aynıdır. Siz üzerinde (Others) yani"ötekiler" yazan kapının önünde çile doldururken, AT'ye üye ülkelerin yurttaşları, üzerinde (EU) yani "Avrupa Topluluğu" yazan kapıdan beklemeden geçer girerler.
      Kısacası, her ülke, kendinden olana bir ayrıcalık, bir kolaylık tanır...Ve kimse de bunu pek yadırgamaz.
      Gelelim Türkiye'ye, yani bize...
      Dün yurtdışından dönen bir dostumuz, Atatürk Havalimanı'nda yaşadığı olayı şöyle anlattı:
      - Türkiye'ye Polonya Havayolları (LOT) ile döndüm. Uçaktaki yolcuların büyük çoğunluğu haliyle Polonyalı idi... Pasaport kontroluna geldiğimde, baktım ki, Polonyalılarla ben aynı kuyruktayım... Çünkü biz Türkler için ayrı bir kapı yoktu ve bu yüzden dakikalarca önümüzdeki Polonyalıların işlemlerinin bitmesini beklemek zorunda kaldık. Oysa birkaç gün önce Varşova Havalimanı'ndan Polonya'ya girerken, Polonya vatandaşları özel bir kapıdan geçmişler, ben ayrı bir kapının önünde dakikalarca beklemek zorunda kalmıştım.
      Kendi vatandaşına bu kadar basit bir jestten kaçınan bir devlet, o vatandaşa başka ülkelerin daha fazla saygı göstermesini isteyebilir, bunu bekleyebilir mi?..
      Fethiyeli Ünal Şöhret Dirlik, doğup büyüdüğü yörenin örf ve inanışlarını biraraya getirip kitaplaştırmış...
      Bu hayli ilginç kitaptan öğrendiğimize göre...
      Fethiye'de emekleme devrini aşıp ilk adımları atmaya başlayan bebeğin gelecekte nasıl biri olacağı şöyle test edilirmiş:
     Â...Çocuk yürümeye baÅŸladığı zaman, odanın içinde birkaç metre uzaklıkta belli bir noktaya bir miktar para konur... Öbür tarafta bir yere de bir tutam yemiÅŸ konur. Ve çocuk serbest bırakılır. Ufaklık eÄŸer "para" destesine doÄŸru yönelirse gelecekte "akıllı" biri olacağı, yemiÅŸlere doÄŸru giderse de "boÄŸazına düşkün" olacağı anlaşılır...
      Genelde... Parasızlık işte böyle düşüncelere yol açıyor. Böyle düşünceler de parasızlığa yol açıyor... Geçinip, pardon geçinemeyip gidiyoruz...
      İstanbul Üniversitesi'nde özellikle Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri'nde türban tartışması kızışıyor. FP'li milletvekilleri üniversite önüne giderek direniş ve eylem yapan öğrencilere destek veriyor. Diğer partiler suskun. Hükümet ise ikili oynuyor.
      Anasol Hükümeti, MGK'nın uyarılarına uyarak, İçişleri Bakanı eliyle Rektörlere 28 Şubat kararlarını uygulamaları yolunda mesaj yolluyor. İçişleri Bakanı'nın emriyle üniversite önlerinde vaziyet alan polis, türbanlı öğrencileri sınava almıyor. Ancak aynı Hükümet, siyasal alanda tavrını açıkça ortaya koymayarak, olup bitenlerden rektörler sorumluymuş gibi bir havanın yayılmasına yolaçıyor.
      YÖK'ün türban konusundaki kararına rektörlerden 9'unun uyduğu söyleniyor. Bu rektörler arasında en çok topa tutulanı ise İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu...
      Rektör yasaları uygula - mı - yorsa Hükümet'in onu yasalara uymaya davet etmesi gerekir. Eğer Rektör yasaları uyguluyorsa Hükümetin onu desteklemesi gerekir. Eğer Hükümet yürürlükteki yasaları beğenmiyorsa TBMM'den yeni yasa çıkarmak için girişimde bulunur. Hükümet bunların hiçbirini yapmıyor.
      Bu arada İslamcı kesim tavrını giderek netleştiriyor. Artık sorunu demokrasi ve özgürlük çerçevesinde irdelemeyi bırakıp açık açık "şeriat düzeni - laik düzen" ikilemi içinde ele alıyorlar. İslamcı bir gazetenin başyazısında sorulan şu sorular, meselenin nasıl ele alındığını da gösteriyor:
     Â"Tek insanın meselesi ne?
      Allah'ın emri ile devletin (yani devlet adına hüküm koyan bir grup insanın) emri arasında tercih yapmak. Ya Allah'ın emrini, ya da devleti temsil eden bir grup insanın buyruğunu tutmak...
      Ne yapsın insan? Bu iki irade arasında ezilsin mi?
      Ya da Allah'a mı isyan etsin, devlete mi?"
      Mesele bu şekilde ortaya konulduğunda türban meselesi büyük bir çatışmanın küçük bir parçasına dönüşüyor.
      Ve ABD'de senaryolar üretiliyor.
      Fuat Kozluklu'nun 1 Haziran'da Cumhuriyet'te yayımlanan haberine göre "Ulusal Savunma Üniversitesi"nde "ABD'nin ulusal çıkarları doğrultusunda Türkiye" konulu bir toplantı yapılıyor. Hanry Barkey ve Graham Fuller organizasyonundaki basına kapalı toplantıda bakınız neler konuşuluyor:
     Â"...Ãœzerinde durulan senaryolardan birine göre radikal Ä°slamcı hareketler giderek büyüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasi dengeler üzerindeki etkinliÄŸi artıyor. Fazilet Partisi kapatılıyor. Ardından radikal islamcılar ayaklanıyor ve ülkede iç savaÅŸ patlak veriyor. Çıkan iç savaÅŸta çok sayıda cami bombalanıyor. Radikal islamcılarla ayrılıkçı kürtler ittifak oluÅŸturuyor. İç savaÅŸ Türk ordusunun içersinde de bazı bölünmeleri getiriyor...vb...
      Bu senaryolar bir tehdit ve gözdağı mıdır? Yoksa CİA'nın aklından geçirdiklerini mi içeriyor. Bilemeyiz. Ancak Türkiye sıcak konuları tartışıp konuşmak ve mümkün olduğunca az zararla çözmek zorunda. Onu söyleyebiliriz.
Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr