Amerikalı yetkililer ikide bir "Türkiye'ye kırgınız" diyor.
İkinci tezkerenin Meclis'ten geçmemesini hâlâ hazmedemiyorlarmış!
Bizimkiler mahcup... Amerikalılardan özür üstüne özür diliyor.
Kimse kalkıp demiyor ki...
Yahu efendiler...
Kitle imha silahı yalanı uydurarak bağımsız bir ülkeye saldırdınız... Petrol hırsızlığı uğruna çoluk çocuğu katlettiniz. İşgal suçu işlediniz...
Üstüne üstlük bizi de yüz milyonlarca dolar zarara soktunuz...
Sizin haksız saldırınız yüzünden turizm durdu, Güneydoğu'da hayat bitti...
Yol açtığınız zararlar için 5 kuruş bile ödemediniz...
Kuzey Irak için verdiğiniz sözleri tutmadınız. Bize kazık attınız...
Kızması gereken kim efendiler, siz misiniz biz miyiz?
Bu insanlık dışı saldırıya ortak olmadığımız için biz mi suçluyuz yoksa siz mi?
Bunları söylemek kimsenin aklına gelmiyor...
Söyleyecek yürek kimde var o da ayrı mesele...
Abdullah Gül, Habur sınır kapısına alternatif bir kapının açılması için Gümrük Müsteşarlığı'na yazdığı yazıda; "ABD Büyükelçiliği'nden de görüş alınması"nı istemiş... Yurtdışı gezilere de Powell'ın izniyle çıkıyor.
Uyduluk Ankara'da siyasetin hayat biçimi haline geldi... Özeti bu...
1 Mayıs işçinin - emekçinin bayramı, iş bulabildiği gün ise çoluk çocuğunun...
Hükümet ormanlarla ilgili Anayasa değişikliğini aynen Köşk'e gönderecekmiş.
Bu konu tek başına AKP iktidarının demokrasiye, hukuka ve Anayasa'ya saygı derecesini göstermeye yeterli.
Malumunuz... Yüz binlerce uzmanı temsil eden 48 sivil toplum örgütü bu Anayasa değişikliğine karşı..
Üniversiteler karşı... Uzmanlar karşı...
Anayasa değişikliğini destekleyen "tek bir kuruluş" yok.
Ancak AKP iktidarı seçmenin yüzde 25'inin oyunu yüzde 100'ünün oyu sayarak bu Anayasa değişikliğini zorluyor. Halka, hukuka ve demokrasiye saygı bu kadar.
AKP'nin önceki gün grup toplantısında eski Diyanet İşleri Başkanı İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç, milletvekilinin asgari sorumluluğu konulu konuşma yaptı ve bir ara milletvekillerine hitaben "Görevinizi tam yapmazsanız aldığınız para haramdır" deyiverdi... AKP milletvekili Emin Şirin toplantı sonrası arkadaşımız Fahrettin Fidan'a fısıldadı:
- Bir doğruyu savunurken bile dini referans verip insanları ille de dinle korkutmak niye? Ne zaman büyüyeceğiz?"
Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı... Aynı zamanda, bundan 26 yıl önce, 1977 yılında Taksim'de, 34 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan büyük provokasyonun da yıldönümü... Bu davaya bakan savcılardan Çetin Yetkin'e dün sorduk:
- Açılan dava ne oldu?
- Katliamın asli failleri hiçbir zaman araştırılmadı. Feri fail olarak birkaç kişi yakalandı, onlar da kısa sürede beraat etti. Bir kişi bile mahkûm olmadı.
- Neden böyle oldu peki?
- Aylar sürmesi gereken soruşturma sadece 28 gün sürdü. İddianamede, mahkemeye sevk ettiğimiz sanıklar ikinci derece faillerdir, asli failleri Tanrı'ya havale ediyoruz, gibisinden garip bir cümle yer aldı. Asli failler hiçbir zaman araştırılmadı. Tek elden yapılması gereken soruşturmayı 30 civarında savcı ayrı ayrı yaptık. Bazı deliller göz göre göre yok edildi. Örneğin alanda bulunan patlamamış bombalar daha sonra garip bir şekilde adli emanette kayboldu. Alanda görevli komando jandarma üsteğmen ifadesinde, Sular İdaresi'nin üzerinden ateş eden 5 - 6 kişiyi silahlarıyla birlikte yakalayarak 1. Şube ekibinin şefi Mete Altan'a teslim ettiklerini açıkladı. Mete Altan, bana böyle kişiler teslim edilmedi, Sular İdaresi'nin orada masum insanlar vardı, biz de onları serbest bıraktık, dedi. O Mete Altan daha sonra hızla terfi ettirilerek Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı'na kadar yükseltildi.
- Siz davaya bakan mahkemenin duruşma savcısıydınız, değil mi?
- Evet. Ama ikinci duruşmada, fazla ileri gittim diye başsavcı beni duruşmadan attı.
- Sonuç?
- Dönemin Başbakanı Demirel ve sonraki Başbakan Ecevit bu olayı iç ve dış karanlık güçlerin tezgâhı olarak nitelediler, üzerine mutlaka gidileceğini söylediler. Ama hepsi lafta kaldı. 1 Mayıs 1977 katliamı bana göre 12 Eylül'e giden yolun başlangıcıydı, bu yüzden özellikle üzeri kapatıldı.
Tayyip Erdoğan "Türkiye'nin en büyük sorunu gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliktir" demiş.
Dahası... O sorun yüzünden bir de AKP sorunu çıktı karşımıza...
Bursa'nın 3 bin nüfuslu bir beldesinde 300 milyar liraya 3 bin kişilik cami yaptırılmış. Abdullah Gül de tutmuş "Türkiye'nin istikameti AB'dir" diyor.