Bu sütunda geçenlerde yayınlanan fıkrayı bi kez daha anımsatalım...
      ...Genç, güzel ve cici kız, bazı ufak tefek gençlik sorunlarından dolayı bir ruh hekimine gitmeye karar vermiş. Güvenli olması için yaşlı başlı birini araştırmış. Bulup randevu almış. Hekimin odasına adeta ayaklarının ucuna basarak ve biraz da ürpererek girmiş. Masasında birşeyler okumakta olan hekim genç kızı görünce asabi bir sesle:
     Â- Buyrun soyunun, demiÅŸ...
      Kız üzerindeki ceketi çıkarmış:
     Â- Soyunun soyunun...
      Genç kız ruhsal tedavi için soyunmaya gerek olmadığını biliyor ama... Karşısındaki ne de olsa hekim. Üstelik sesi otoriter...
      Genç kız sonunda bir sutyen, bir külot kalmış. Hekim:
     Â- Hadi kızım sabaha kadar seni mi bekleyeceÄŸim, diye gürleyince kızcağız üzerindeki son iki parçayı da çıkarıp atmış.
      Aynı anda hekim üzerine atlamış kızın. Oracaktı ırzına geçmiş.
      Genç kız henüz olayın şokunu yaşarken ahlaksız hekim giyinmiş ve demiş ki:
     Â- Benim sorunum çözüldü, sıra geldi sizin sorununuzu çözmeye. Anlatın bakalım ÅŸimdi derdinizi...
      ***
      Değerli okurumuz A. K bize yolladığı notta bu fıkrayı anımsatmış, yanına da şu notu düşmüş:
      - Bu ruh hekimi belli ki mesleğine ihanet eden ahlaksız bir adam. Ancak hiç kuşkunuz olmasın.. Birkaçı hariç bizim politikacılar bu ruh hekimini solda sıfır bırakıyor. Neden mi? Çünkü bu ruh hekimi kendi sorununu çözdükten sonra hiç değilse genç kıza "sıra geldi sizin sorununuzu çözmeye" diyor. Bizim politikacılar ise halkın sorunlarını çözme vaadiyle oy alıp Meclis'e geldikten itibaren kendi sorunlarından başlarını kaldıramıyor. Bütün icraatları koltuklarında bir dönem daha oturmaya yönelik... Koltuk sorunları bir türlü bitmediği için halkın ve ülkenin sorunlarına sıra bir türlü gelmiyor. Halk "birgün sıra benim sorunlarıma da gelir inşallah" diye sonu belirsiz bir becerilme sürecinde inleyip duruyor.
      Doğru yoruma ne denir?
      Köşemizin "nöbetçi yazarı!" ANAP Kocaeli milletvekili Hayrettin Uzun' un nasıl biri olduğunu siz Açık Pencere okuyucularına uzun uzun anlatmamıza gerek yoktur herhalde...Demokrat ve yurtsever görüşleriyle sık sık konuğumuz olan; hırsızlığa, uğursuzluğa, yolsuzluğa karşı parti disiplini marti disiplini dinlemeden tavır koyan bu sivri dilli dürüst insan nasıl oldu da ANAP gibi bir partiden milletvekili yapıldı? Ve hala nasıl oluyor da kendi partisine ve liderine yaptığı bunca eleştiriye karşın bu partide barınabiliyor? Pekçok kişinin merak ettiği bu soruyu, geçenlerde bir meslekdaşımız Hayrettin beye sordu. Aldığı yanıt mı?
      - ANAP'ten milletvekili adaylığım gündeme geldiğinde, etrafa önce, herşeye müsait biriyim havasını verdim. Milletvekili seçildikten sonra hiçbir şeye müsait biri olmadığımı anladılar ama artık iş işten geçmişti. Bu özelliğim nedeniyle o gün bugündür başka partilerden talibim çıkmadığı için de ANAP'ta kaldım. Olay bu kadar basit!
      Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden'in korumalarını taşıyan Renault Concorde marka aracın Anayasa Mahkemesi tarafından geri istendiğini yazmıştık. Tehdit altında yaşayan Yekta Güngör Özden'in korunmasını aksatmak ve tedirgin etmek için bundan daha etkili bir yol bulunamazdı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in davranışı o yüzden şaşkınlık yaratmıştı.
      Peki konu sütunumuza ve gazetelere yansıdıktan sonra ne oldu?
     ÂYekta Güngör Bey'e bunu sorduk. Yanıtı:
      - Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne Genelkurmay Başkanı, ne İçişleri Bakanı, ne Ankara Valisi... Ne de bir başka yetkili bu konuyla ilgilendi... Ancak çok sayıda vatandaş aradı... Benzin parasını ödemek isteyenler, araba vermek isteyenler, desteklerini belirtenler... Göz yaşartıcı bir sevgi ve ilgi gördüm.
     Â(Konuyu sütunumuzda yazdıktan sonra çok sayıda yurttaÅŸ bizi de arayarak aynı yönde destek vaat ve arzusunda bulundu. Kendilerine bilvesile teÅŸekkür edelim.)
      Bu arada Yekta Bey'i üzen bir başka husus da araçlarla ilgili olarak yayılan söylentiler olmuştu. Koruma aracı eşliğinde özel Mersedesiyle Türkiye'yi dolaştığı söyleniyordu örneğin. Yekta Bey:
     Â- Özel aracımla bugüne dek hiç Ankara dışına çıkmadım, dedi, koruma araçları bana sadece üç kentte; Ä°stanbul, Denizli ve NiÄŸde'de eÅŸlik etti ki, o üç gezinin ikisinde de benzin ücretini özel kuruluÅŸlar ödedi.
      ***
      Yekta Güngör Özden sözlerini şöyle bitiriyor:
     Â- Koruma aracının geri istenmesinden çok bu kararın taşıdığı anlam önemlidir. Siz laik cumhuriyeti savunan hukukçuları bu ÅŸekilde cezalandırma yoluna giderseniz ve olanlara seyirci kalırsanız yarın aynı deÄŸerleri savunacak hukukçu bulabilir misiniz? Bana uygulanan bu davranış, laikliÄŸi, Atatürkçülüğü ve Cumhuriyeti savunan veya savunacak insanları caydırmaktan baÅŸka hangi amaca hizmet eder?
      Şiddet, ceza, kan, revan, cinayet, ölüm kavramları günlük hayatın parçaları oldu. Maltepe'de bir giyim mağazası da reklamı ölüm motifi üzerine oturtmuş. Mağazanın önünde bir mankeni ipe çekip üzerine "Fiyatlara infaz" yazmış. Çok sevimli olmuş..!
      Sibel Can veya Hülya Avşar grip olsa haber yapan medyamızın 3 profesörün ölümünü haber yapmamasını dün bu sütunda eleştirmiştik. Dr. Aykut İlalan durumu, kime ait olduğunu anımsamadığı enfes bir "söz"le özetledi:
     Â"EÄŸer bir ülkede küçük insanlar büyük gölge vermeye baÅŸlıyorlarsa o ülkede artık güneÅŸ batıyor demektir."
Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr