Melih AŞIK
DİSK işçileri Ankara'ya yürüyedursun... Bu alanda uzman bir isim olan Dr.
Engin Ünsal:
- Yürümekle yollar aşınmaz, bu yürüyüş Ankara'yı etkilemez, diyor...
- Neden?
- Sendikaların yollarda değil siyasette yürümesi lazım... Sendikalara siyaset yasağı kalktı. Sendikacı arkadaşlar henüz bunun farkında görünmüyor. Bunun farkına varmalı, siyasete girmelidirler...
- Nasıl girecekler?
- Bir siyasi partiye ağırlıklarını koyarak... Diyalog kuracaklar, para sağlayacaklar, yönetimde etkili olacaklar. Bugün siyaset sermaye sınıfının elinde. İşçilerin de siyasete kendi ağırlığını koyması gerekiyor.
- Etkili olabilirler mi?
- Bir milyonu örgütlü yaklaşık 10 milyon işçi var Türkiye'de. Örgütlü bir biçimde siyasete ağırlıklarını koymaları çok şeyi değiştirecektir. Geçmişte CHP İstanbul'da yüzde 40'ın üzerinde oya ulaştı.. Kimin etkisiyle? Tabii ki işçilerin... Oyları ve vergileriyle siyaseti ayakta tutan işçilerin ricacı durumda olmalarına gerek yok. Karar mevkiinde olmalıdırlar artık.
Engin Ünsal doğru söylüyor...
Susurluk aydınlatılsın, deyip durmaktayız. Susurluk aydınlanırsa çetelerden kurtulacağımızı sanıyoruz. Biraz aldanıyoruz... Susurluk çeteleşmenin küçük bir parçası aslında. Eroin ve kumar mafyası ile üniformalıların ortaklığı... Çeteler bu kadar mı?.. Müteahhitlerle bakanların oluşturduğu ihale çeteleri daha mı az para götürüyor? Daha mı legal? Ya hükümet biraz vergiden söz edince direnişe geçen "piyasa" çetelerine ne demeli?..
Öte yanda halkı devre dışı bırakıp paralı kesimlerle
"siyaset - ticaret" ortaklığı kuran, demokrasiyi 6 partiye kilitleyerek halkı seçeneksizliğe mahkum eden siyaset çetelerini nereye koyacaksınız?
Hayatın her alanı çeteleşiyor. Hukuk ve ahlak yolları kapandıkça çetelere yenileri ekleniyor. Hiç niyeti olmayanlar da başka çare kalmadığı için çeteleşiyor. O yüzden Susurluk'u çözmekle çeteleşme çözülmez. Çeteleşme bünyeyi bu kadar sarmışken Susurluk da tek başına çözülmez. Çözülmüyor zaten. Çeteler çeteleri kolluyor. Biri ötekini yakalayınca o da ötekinin açığını yakalıyor.
Çözüme nereden mi başlamalı? Önce siyaset ve demokrasiyi çetelerden kurtarmalı. Siyasi partileri halka, demokrasiyi yeni siyasi partilere açmalı. Barajları kaldırmalı. Partileri patron şirketi olmaktan çıkarmalı...
Susurluk da o zaman aydınlanır...
TV'nin ünlü
"Bizimkiler" dizisi, acı ve tatlı anlarıyla
"uzun" bir yolu aşıp 10 yaşına erişti. 1987 Aralığında TRT 1'de yayına başlayan dizinin 10'uncu yaşgünü, Taksim - Ceylan Otel'de verilen kokteylde kutlandı. Yazarı, oyuncusu, kameramanı, setçisiyle tüm ekip,
"Nice 10 yıllar" dileğiyle kadeh kaldırırken arkadaşımız
Aydın Arıcıoğlu, konuklar arasında bulunan edebiyat eleştirmeni
Fethi Naci'ye sordu:
- Yazım tekniği ve sanatsal değeri açısından "Bizimkiler"
i değerlendirmek gerekse, ne dersiniz?..
- "Bizimkiler" dizisini, özellikle de 4 - 5 yıl önceki halini, çok seviyorum. Metin yazarı
Umur Bugay, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın yıllar önce yaptığı şeyi yaptı
"Bizimkiler"de.. Ülke insanını gerçek kişiliği ve gerçek sorunlarıyla yansıttı...
Hüseyin Rahmi Gürpınar da hep mahalli hayatı, o hayatın içindeki sıradan insanları anlatırdı...
Arkadaşımız daha sonra dizinin yazarı
Umur Bugay'la konuştu.
Bugay'ın anlattıkları da ilginç.. Dinleyelim:
- Beni en çok güldüren şey, iktidar hırsı...
"Bizimkiler"de de bunu anlatmaya çalışıyorum. Görüyorsunuz..
"apartmanda" daima 12 Eylül zihniyeti hakim. Senaryoda benim yaşam deneyimlerim ve gözlemlerim kadar, ülkemizi yıllardır hep aynı kafayla yöneten siyasetçilerin de
"emeği" - payı var. Daha açık söylemek gerekirse... Süleyman Demirel, Özal ve
Evren de senaryoya
"emek" verenler arasında!.. Yani bu
"apartman" aslında Türkiye..
Sabri Bey de, aynı
Demirel gibi 36 yıldır bu apartmanın hakimi... Apartmanda da gerçek hayatımızda olduğu gibi, daima birşeyler eleştiriliyor. Ama değiştirmek için hiçbir şey yapılmıyor.
- Peki bu apartmanda siz var mısınız? Ya da "size yakın"
biri?.
- Ben o apartmanda yokum. Olmak da istemiyorum. Benim
"muhalif" düşüncelerim o apartmanda temsil edilmiyor. Türkiye'nin hali ne ise, apartmanınki de o.. Benim düşüncelerime sahip birisi o apartmanda kahrolurdu...
- Siz hem yazıyorsunuz, hem de apartmanın haline bakıp üzülüyorsunuz?..
- Evet ama.. siz üzülmüyor musunuz?..
Geçtiğimiz hafta Çarşamba akşamı... Ankara Hilton Oteli'nin lobisi... Lobide, 8-10 kişilik bir grup sohbet etmekte...Gruba, RP İstanbul milletvekili
Mukadder Başeğmez'in daveti üzerine arkadaşımız
Fahrettin Fidan da katılıyor. Gruptaki
"yabancı" kırık bir Türkçe'yle soruyor:
- Siz gazeteciymişsiniz galiba?
- Evet, gazeteciyim. Ya siz?
- Ben Amerikalıyım. Amerikan Büyükelçiliği'nde çalışıyorum, adım
Nicholas S. Kass...
Kass, bu açıklamasından sonra, pat diye konuya giriyor:
- Türkiye'deki solcular, Refah Partisi'nin kapatılması hakkında ne düşünüyor acaba?
- Bu konuda iki temel görüş var; Bir grup, suç işleyen her parti gibi, Refah'ın da kapatılabileceğini savunuyor. Diğer grup ise, ne yaparsa yapsın, RP'nin kapatılmasının demokrasiye aykırı olduğunu söylüyor.
- Mmm...Demek ki, gerçek demokratlar bu ikincisi oluyor!
- Hiç de öyle değil. Onlar gerçek demokrat değil, bence gerçek ikinci Cumhuriyetçi'dir.
- İyi ama, demokrasilerde parti kapatılır mı?
- Kapatılır tabii...Sizin ülkenizde partilerin suç işleme özgürlüğü var mı? Örneğin ırk ayrımcılığı yapan bir parti sizin ülkenizde kapatılmaz mı?
- Bana göre parti kapatmak demokrasiye aykırıdır. Biz, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de gerçek demokrasi istiyoruz.
- Bütün dünyada demokrasi istediğiniz için mi, bütün faşist darbeleri sizin ülkeniz tezgahlıyor? Şili'de Pinochet'
yi onun için mi desteklediniz? Türkiye'deki 12 Eylül darbecilerini onun için mi savundunuz?
- Bu konuda Amerika'nın da hataları olmuştur tabii... Ben size son olarak birşey sormak istiyorum; Türkiye'de demokrasinin gelişmesi için bizden ne istiyorsunuz? Ne bekliyorsunuz?
Arkadaşımız, hiç düşünmeden yanıtlıyor:
- Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!
Diyalog burada noktalanıyor.
Kass, RP milletvekilleri
Mukadder Başeğmez ve
Haşim Haşimi ile oteli terkediyor.
***
Aynı konuya
Emin Çölaşan arkadaşımız da dünkü yazısında değiniyor,
Kass'ın Refah Partisi'ni ziyaret ettiğini ve
"Parti kapatmak çözüm değil" gibi sözler sarfettiğini bildiriyordu. Amerikalılar artık diplomatik nezakete falan da gerek duymuyor, Türkiye'ye tam bir sömürge muamelesi yapıyorlar. Kabahatin hepsi onlarda değil tabii... Türkiye'yi bu duruma düşürenler daha kabahatli...
Londra'da başörtüsü yüzünden çıkan bir tartışmayı geçenlerde kısaca aktardık. İngiliz otobüs sürücüsü, müslüman bir hanımın abonman kartındaki fotoğrafın ona ait olup olmadığını anlamak için başörtüsünü çıkarmasını istemiş, kadın isteneni yapmayınca onu otobüsten indirmişti. Olay gazetelere birinci sayfa haberi olacak kadar büyüdü İngiltere'de... Bu arada bizim dikkatimizi Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan bir okur mektubu çekti. Mektubun sahibi İngiliz hanım diyor ki:
- Biz hıristiyanlar müslüman ülkelere gittiğimizde o ülkelerin yaşam tarzına uygun giyiniyoruz. Onlar bizim ülkemizin toplumsal yaşam kurallarına neden uymuyor?..
Karşılıklı dayatmaya yönelen bu tür tartışmalar giderek yoğunlaşacakg ibi görünüyor.
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr