26 Eylül’de Dil Bayramı’nı kutlarken geçmişten anılar...
Atatürk’ün Avrupa’ya öğrenime gönderdiği ilk gençler arasında yer alan Prof. Sadi Irmak genç ve parlak bir öğretim üyesidir. Atatürk onu zaman zaman Florya’da kara tahta önünde yapılan dil çalışmalarına davet eder. Irmak anlatıyor:
“Atatürk bir gün ‘Kalk bakalım tahtaya genç profesör’ dedi. Kara tahta başına vardığımda bana üç sözcük yazdırdı. “Su, tuz, deniz”. Şimdi bu üç sözcükle Türkçede, Fransızcada, Almancada kaç cümle yapılabilir? Aklıma gelen cümleleri sıralamaya başladım:
1. Denizin suyu tuzludur
2. Suyu denizin tuzludur
3. Tuzludur denizin suyu
4. Suyu tuzludur denizin
5. Denizin tuzludur suyu.”
Almanca ve Fransızcada bu üç sözcükle ancak iki üç cümle yapılabilmektedir. Atatürk bu durumun Türkçenin lehine mi aleyhine mi olduğunu sorar. Sadi Irmak bunun bir tür nüans zenginliği olduğu düşüncesini dile getirir.
Atatürk ardından “Milletlerarası anlaşmalar neden Fransızca yazılır?” diye sorar ve soruyu kendi yanıtlar:
- Çünkü sözcüklerin cümle içindeki yeri sağlamdır.
Atatürk daha sonra iki dize yazdırır:
“Başlarında değerli liderler olan milletler mutludur.
- Mutludur o milletler ki başlarında büyük liderler vardır.”
Atatürk bu iki dize üzerinde tartışma açar. İki cümledeki vurgu farklıdır. Sadi Irmak’a göre, ikincisi yani devrik cümle, yerinde kullanılırsa, Türkçeye bir anlam zenginliği getirmektedir.
DOĞAN KUBAN
Eşsiz bir düşünce ve kültür adamının, Doğan Kuban’ın birinci ölüm yıl dönümüydü 22 Eylül.
Türkiye’nin dünü ve bugününü “Umutsuzluk Yakışmaz”, “Çağdaşlaşma Sancıları” ve “Gelecek” adlı kitaplarında pek güzel anlatır Kuban. Bugün kitaplarından dille ilgili birkaç tespitini aktaralım:
“... Bir ülkeyi dili tanımlar; Fransa’yı Fransızca, Almanya’yı Almanca, Türkiye’yi de Türkçe yapmıştır. Marco Polo Anadolu’ya Turcomania derken Türkleri tanıdığı için değil, Türkçe (bu topraklarda) egemen olanların dili olduğu için öyle söylemiştir. Ortaçağ’dan beri Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’ne karşın bizi dünya Türkiye olarak biliyor. Ülke, o dili konuşan halkın egemen olduğu ülkedir.
“… Türkçenin dini içerikli olmayan yazılı edebiyatı Orhun Anıtları ile başlar. 1071’de Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig ile karşılaştırılabilecek İngiliz, Alman, Fransız, İspanyol, Rus yapıtı yoktur. Türkçe, Yunanca ve Latince dışında Avrupa’nın en eski dillerinden daha önce kimlik kazanmış bir dildir. Bu bir göçer toplum için olağanüstü tarihsel olgudur.”
KOMET
Gökkuşağından bir renk eksildi. Ressam Komet de sonsuzluğa uçtu. Asıl adı olan Gürkan Coşkun’u kullanmaz, herkes onu Komet olarak tanırdı. Kendine kuyruklu yıldız anlamında Komet adını yakıştırmıştı. Bir zamanlar nereye gitsek onu görürdük. Kâh Paris’te Café Flore’da, kâh Beyoğlu’nda Çiçek Bar’da, kâh bir resim sergisinde veya kokteylde... Çorumlu olmasıyla övünürdü. Bir Çorumlunun renkleri uçurarak Paris’in ünlü ressamları arasına girmesi gerçekten de övünülecek şeydi. Son resmi 1 milyon 600 bin liraya satılmıştı. Eserleri dünya müzelerine girmişti.
Muzip adamdı. Geçen yıl açtığı sergiye “Resim Sergisi” adını koymuştu. Nedeni sorulduğunda “Karpuz sergisi olmadığını anlatmak için” dedi. 21 Eylül doğum yıl dönümüydü. 81’inci yaşını kutladıktan birkaç gün sonra aramızdan ayrıldı. Son muzipliği bu oldu.
FAROE
50 bin nüfuslu Faroe Adaları’na da yenilmeyi başardık sonunda. Yandınız! Artık hangi kanalı çevirseniz karşınıza aynı mevzu çıkacak.
“Türk futbolu nasıl kurtulur?”
Binlerce fikir binlerce çiçek gibi açacak!
Herkes topa, pardon lafa girecek, herkes konuşacak.
Biz de geri kalmayalım.
Fikrimizi açıklayalım.
Türk futbolunun kurtulması için öncelikle Maliye ve Federasyon’un kulüplerin hesaplarını takibe alması ve devlet desteğinin kesilmesi gerekir.
Çünkü kulüp yönetimleri (hepsi değil ama çoğunluğu) sporu geliştirmek için değil zenginleşmek için oradadır. Yabancı transferleri üzerinden büyük komisyonlar alınmakta, kısa vadeli başarılarla gün kurtarılmakta, altyapılar ve yerli futbolcular ihmal edilmektedir.
Bu kadarcık tedbirle futbol düzelir mi?
Hayır. Ama işe buradan başlamak şart.
OTOPARK
Benim yaşadığım Kadıköy’de okul bahçelerinde minyatür futbol sahaları, basket potaları vardı. Dersler bitince veya hafta sonları çocuklar o sahalara yayılır, spor yapardı. Şimdi bütün okul bahçeleri, ders zili çalar çalmaz otoparka dönüşüyor. Çocuklar için son oyun alanları da böylece ortadan kalkmış bulunuyor.