İnanılması güç haber (Onlarca benzeri olaya karşın biz hala inanılması güç demekte israr ediyoruz) dünkü gazetelerde vardı.
     ÂBaki ErdoÄŸan adlı genci, gözaltındayken iÅŸkence yaparak öldürmekten sanık altı polis yapılan yargılama sonucunda çeÅŸitli hapis cezalarına çarptırılıyor. Kararın açıklanmasıyla birlikte salonu dolduran sivil ve resmi polisler, duruÅŸmayı izlemeye gelen Ä°nsan Hakları DerneÄŸi yöneticilerine, Baki ErdoÄŸan' ın avukatlarına ve gazeteci arkadaÅŸlarımıza saldırıyorlar. Yaraladıklarının bir kısmını da, ki içinde meslekdaÅŸlarımız da var, daha sonra gözaltına alıp saatlerce tutuyorlar.
      Arkadaşımız Fahrettin Fidan İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu 'na dün Meclis'te sordu:
      -Aydın'daki olaya ne diyorsunuz efendim?
      - Polislerimizin davranışını tasvip etmek mümkün değildir. Ama aldığım bilgiye göre, bu olayda polise yönelik çok ciddi bir tahrik varmış.
      - Ne gibi tahrik varmış acaba?
      - Kararın açıklanmasıyla birlikte, bir kısım İnsan Hakları Derneği üyeleri, oh işte adalet yerini buldu, diyerek oynamaya başlamışlar.
      - Adaletin yerini bularak işkencecilerin ceza görmüş olması polis için niçin tahrik olsun ki? Ayrıca olayla ilgili hiçbir gazete haberinde mahkeme salonunda oynandığı yazılmıyor.
      - Olayı duyar duymaz derhal soruşturma açtım. Gereken yapılacaktır.
      - O kadar polis o sırada salonda ne arıyordu acaba?
      - Salonun güvenliğini kim sağlayacak ki?
      - Dinleyici sıralarını bile doldurarak mı güvenliği sağlayacaklar?
      - Olayın üzerinde titizlikle duruyorum. Soruşturma açtım. Gereği yapılacak.
      - İnşallah(!)
      25 Mart 1335 tarihli Servet - i Fünun gazetesi, Şehremini (Belediye Başkanı) Hacı Faik Bey'in Kurban Bayramı dolaysıyla yerini yirmidört saat süre ile bir koyuna bırakacağını yazıyor. Bu koyun yirmidört saat sona erince anane gereği - her yüksek rütbe işgal etmiş Osmanlı Büyüğü gibi - Topkapı Sarayı'nın girişindeki belli yere götürülecek ve kafası kesilerek kurban edilecekmiş.
      Kurban bayramlarındaki bu gelenek sonradan kalkmış. Bu defa 23 Nisan bayramlarında koltuklara çocuklar oturtulur olmuş. İyi de olmuş... Makam sahiplerinin koltuklarını birkaç saatliğine kendilerinden daha aptal yaratıklar yerine daha zeki ve dürüst olanlara bırakması... Daha iyi değil mi?
      Ülke toprakları işgal altında... Hilafet yanlıları, Kuvayı Milliyeciler hakkında ölüm fermanları çıkarmış; dört yanda ayaklanıyorlar... Gerici kalkışma o boyuta ulaşmış ki; Halide Edip, "Türk'ün ateşle imtihanı" diye niteliyor o günleri... Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu koşullarda toplanıyor...
     ÂÅževket Süreyya Aydemir, "Tek Adam" adlı kitabında "23 Nisan 1920"yi anlatırken, "Böylece memleket yeni bir devlet ve yeni bir toplum nizamına yöneliyordu" der... Aydemir'in kitabında Birinci Meclis'le ilgili bölümlere bir göz atalım... NeymiÅŸ Ä°lk Meclis'in yapısı?.. Ve hangi mücadelelerin ardından varılmış ulus egemenliÄŸine; görelim:
      "...Meclis'te müşterek dava, memleketin esarete düşmemesi ve istiklalin kurtarılmasıydı. Bu davada herkes birleşiyordu. Ama bu davanın uygulanma şekilleri ve safhaları adım adım geliştikçe, bu uygulamanın ölçü ve usullerinde görüş ayrılıkları ister istemez kendini gösterecekti. Mesela devletin şekli, saltanat konusu, hilafet konusu, eğitim sistemi gibi öyle davalar ortaya çıkacaktı ki, bunlar belirtilerini verdikçe, Birinci Millet Meclisi ister istemez çeşitli iç çatışmalarla kendi içinde bölünecekti. Nitekim öyle oldu:
      Önce bir sıra şekilsiz, ne istedikleri pek belli olmayan, daha ziyade şahsi duyguların ve etkilerin hakim olduğu grupçuklar belirdi. Fakat asıl gruplaşma Müdafaa-i Hukuk çerçevesi içinde olan "1'inci grup" (radikaller) ve "2'inci grup" (muhafazakarlar) şeklinde olacaktı. (...) Bu zümreler arasındaki mesafe gittikçe açılıyordu. Mesela... Şer'iye Bakanlığı'nın bütün bakanlıkların en önemlisi olması ve tüm bakanlıklara yol göstermesi tezini.. veya mesela sıtma ve frengi ile mücadele kanunu tartışılırken, hastalık bulaşmasının mikroplar yüzünden değil, Allahın takdiriyle olduğunu ve buna karışılamayacağını savunan bir görüşün ilerici gençler üzerindeki tesirlerini şimdi bile değerlendirmek mümkündür. Frengi Kanunu'nun müzakeresi sırasında bu kanunu savunun Operatör Emin Bey'e karşı yapılan hücumlar bir aralık esaslı bir fiili kavgaya dökülünce, hemen bütün sarıklılar, tekme tokat mücadeleye katıldılar. Meclisi bir kavga meydanına döndürüverdiler. (...Ve yine) mesela, muallim mektepleri öğrencilerine sarık saldırılsın, mekteplerde musiki dersi olmasın, yalnız "ilahi" dersi konulsun gibi değersiz konularla da nice vakitler kayboluyordu. (...) Mustafa Kemal bütün bu kütleyi idareye çalışmakla beraber, tabii ilerici zümrenin hakiki şefi durumundaydı..."
      Okurumuz Reyhan Şer önemli bir konuya dikkati çekiyor... Diyor ki:
      - Dini bayramları giderek daha renklendiriyoruz... Otobüsler bedava... Son iki bayramda köprüler de öyle oldu. Buna karşılık milli bayramlar giderek sönükleşiyor. Örneğin 23 Nisan Bayramlarında birçok iş yeri kapanmıyor bile... Kimi bayrak asıyor, kimi asmıyor. İş yerlerinin bayrak asması kanun gereği oldu halde, çoğu işyeri bayrak asmıyor. Belediyeler denetleme görevini yapmıyor. Eğer cumhuriyetin, demokrasinin, Meclis'in değerini bilmez, gelecek nesillere anlatmazsak... Bunları nasıl koruruz?
Yazara E-Posta: M.Asik@milliyet.com.tr