Cumhuriyet’i kuran kadrolar ekonomi bildikleri iddiasında değildiler. Ama asla bugünkü ekonomik umutsuzluk ve onursuzluğa düşürmemişlerdi ülkeyi. 1950’den sonra gelen kadrolar (hele hele Özal kadroları) ekonomi alanında adeta birer "allame i cihanödılar. Ülkeyi dibe oturttular...
Okurumuz Cumhur Güzel, dün sözünü ettiğimiz Bilsay Kuruç’un "Cumhuriyet Dönemi Ekonomisi" adlı kitabından bir bölüm göndermiş... 1931’in İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey (Özkan), Türkiye’yi sömürge haline getiren bugünkü aklıevvel liberallere ta o günlerden ders veriyor:
"Eğer bir millet üretim hususunda geri ise teknik güçler hususunda ilerlememiş ise, o memleketin dengesini vücuda getirmeyi uluslararası piyasanın düzenleyişine terk etmek, o memleketin yıkılışına göz yummak olur. Her sene bilanço açığını milletin öteden beri toplamış ve asırlardan beri biriktirmiş olduğu menkul kıymetlerle ödemek mecburiyetine düşer. Açık, senelerce devam ettiği takdirde memleket dahilinde süsler ve değerli eşyalardan, ev ağırlıklarından başlayarak, nihayet o memleketin şimendiferlerinin, bankalarının, ticari ve sınai teşebbüslerinin, arazinin yabancılara geçmesine kadar varabilir."
Seçim neden mi yapılır?
Halka demokrasiye katılıyormuş hissi vermek için...
Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt sıkı bir Fenerbahçe taraftarı. Önceki akşam, Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda etrafını saran gazetecilerle sohbet ederken söz futbola geldi. Orgeneral Büyükanıt, Güney Kore Genelkurmay Başkanı’nın Dünya Kupası’nda maça gittiğini ve amigo gibi tezahürat yaptığını anlattıktan sonra gülerek ekledi:
- Aynı şeyi biz burada yapsak herhalde bizi tefe koyarsınız.
Orgeneral Büyükanıt bir ara sözü Galatasaraylı damadına getirdi. Geçenlerde onu cep telefonundan aradığında balık tutarken bulmuş. Neyle tuttuğunu sormuş. Oltayla yanıtını alınca:
- Oltaya ne gerek var evladım, demiş, elini suya daldırsan tutarsın... Galatasaraylı değil misin?
Sayın Büyükanıt’ın Fenerbahçe sevgisinin hayli üst düzeyde olduğu anlaşılıyor...
Şartların gereği bir partiye istemeye istemeye oy verecek olanlar kendilerine şu sloganı bulmuş:
"Denize düşen Denize sarılır"
Seçim yapıldı... Seçim sonrasının tartışmalarına geçtik.
Bu nasıl mı oldu?
Anketlere bakarak...
Seçimin galibini anketlerle saptadık. AKP’nin seçimi kazandığı kararına vardık.
Şimdi Başbakanı Cumhurbaşkanı Sezer mi saptayacak, Tayyip Erdoğan mı? Onu karara bağlamaya çalışıyoruz. Neyse ki AKP’li Ertuğrul Yalçınbayır dün kimi Başbakan atayacağı konusunda Cumhurbaşkanı Sezer’e yardımcı olacaklarını açıkladı da bu mesele de böylece çözülmüş oldu. Seçimin galibi belli. Tek bilinmeyen Başbakan!
Çocukluğumuzda Cumhuriyet Bayramı gecelerinde Taksim’e çıkılır, maytaplar yakılır, çatapat çakılır, ışıklı sular izlenirdi. Taksim Cumhuriyet’in anıtlaştığı alandı. 1989 - 94 arası Nurettin Sözen Taksim’i coşkulu konserlerle, havai fişek gösterileriyle renklendirdi. Ancak 1994’te Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığından itibaren Taksim’de bayram kutlaması unutuldu. Peki bu görevi Valilik yerine getiremez miydi? Valilik AKM’de protokole dair zevata resepsiyon düzenlemişti önceki gece. Ama dışardaki halk unutulmuştu. Meydan karanlık ve neşesizdi.
Cumhuriyet Bayramlarında Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi’nin tepesinden aşağı Cemil Karababa imzalı kocaman bir Atatürk portresi sarkıtılırdı. Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanı olduğu yıl bu portre kayboldu. Devlet bir yenisini yaptıramadı! Önceki gün AKM’nin ön cephesine pul gibi bir Atatürk resmi iliştirilmişti. Taksim’de insan mahcup oluyordu.