Melih AŞIK
Büyük kentlerde çocuk okutan pek çok velinin
"Çocuğumu koruyorum!" diye ona yaptığı kötülüğü İngiltere'de bir okul müdürü dile getirmiş...
Daily Telegraph gazetesindeki röportajda bu hanım müdür diyor ki:
- Aileler, çocuklarını koruma güdüsüyle onları sabah otomobil veya servisle okula yolluyor. Akşam aynı şekilde okuldan alıyor. Bu çocuklar haftanın belli günlerinde tenis, piyano veya bale dersine yine büyük nezaretinde gidiyor, büyük nezaretinde dönüyor. Çocuk sürekli bir başkasının kontrolünde...
Bu kadar mı? Hayır... Deneyli Müdür Hanım devam ediyor:
- Okul yöneticileri ve öğretmenler de kendilerine emanet edilen çocuklar bir kazaya kurban gitmesin diye aşırı titiz davranıyor.. Okullar adeta hapishane... Çocuklar dışarı adım bile atamıyor...
Peki sonuç?.. Müdür Hanım devam ediyor:
- Bu zavallı çocuklar 15 - 16 yaşına gelinceye kadar sokaklarda dolaşmanın, yaşadıkları kenti tanımanın, açık havada tek başına gezmenin, doğayla başbaşa kalmanın, kendi başlarına birşeyler keşfetmenin keyfini tadamıyor. Kendi başlarına bir otobüse bindikleri, biletçiden bilet aldıkları, yağmurlu bir havada durakta otobüs bekledikleri vaki değil... Bu yüzden çocukları koruyacağız diye edilgin ve güvensiz bir kuşak yetiştiriyoruz.
Nasıl bir kuşak bu? Müdür Hanım devam ediyor:
- Bu güvensizlik ilerki yıllarda hayatla uyumsuzluğu getiriyor.. Çocuklar 17 - 18 yaşlarında sigaraya, alkole, uyuşturucuya meylediyor. Deşarj olmak için lüks tüketime veya hızlı araba kullanmak gibi gereksiz meraklara yöneliyorlar. Çocuğu koruyayım derken onu ilerki yıllarda kendini korumaktan aciz bunalımlı yaratıklara dönüştürüyoruz.
Çok doğru... Çevremizde böylesi gençlerden yüzlercesi yok mu?. Değil ülkesini, yaşadığı kenti, hatta semti bile tanımayan... Merak etmeyen... Televizyon başında yabancı kültürle beyni yıkanan... Amerikan filmlerinin gösterildiği sinemalarla Mc Donalds arasında mekik dokuyan... Kendi başına dolmuşa bile binemeyen... Canı sıkılan... Ama canının neden sıkıldığını bilemeyen... Bir gençlik yetiştirmiyor muyuz?..
Övgüsünü çok duyduğumuz ama maalesef henüz göremediğimiz "Maria Callas" adlı oyunun henüz başları...
Maria Callas'ı canlandıran
Yıldız Kenter bütün dikkatleri üzerine toplamış. Oyunu götürüyor. Salonda doğal olarak çıt yok. Oyunun bir yerinde
Yıldız Hanım,
Maria Callas'ın şu sözlerini aktarıyor:
- Siz buraya gelirken ne bekliyordunuz?
Ön sıradan odun gibi bir ses çıkıyor:
- Baklava börek...
Maria Callas oyununu izlemeye gelen seyircinin hödüklüğü
Yıldız Hanım'ı bir anda çileden çıkartıyor:
- Terbiyesizlik etmenin gereği yok, diyor o zata dönerek.
Oyun bir başka kesinti olmadan sürüyor. Sahne kapanıyor.
Baklava börek isteyen zat en çok alkışlayanların başında geliyor. Ama elbet kendisini affetiremiyor.
Yıldız Hanım bu olayı anlatırken:
- Tiyatro seyircisinin arasına böyleleri de karıştı, diyor, bir defasında Ankara'da Oda Tiyatrosunda ön koltuktaki bir zat oyun boyunca uyumuştu. Bana o kadar dokunmadı. Ama bu dokundu.
Yvonne Kroonenberg, Hollandalı bir hanım yazar.. Parantez Yayınları'ndan çıkan kitabının adı;
"Bütün Erkekler Aynı Şeyi İster..."
Böyle bir başlığı, baştan aşağı
"erkekler dünyasına" ilişkin saptamaların izlemesi beklenirken.. öyle olmuyor;
Kroonenberg, alabildiğine
"eşitlikçi" bir tutum takınıp
"kadınları" ve
"erkekleri" birlikte anlatıyor.. Bakın nasıl:
"..Bütün erkekler aynı şeyi ister: Haklı çıkmak. Bir şey anlattıklarında sadece keyiflerinden ve canları istediği için değil, belli bir nedenden hareket ederek konuşur ve sonunda da kendilerini haklı çıkaracak birşeyler söylerler. Aralarındaki konuşmalar işte bu yüzden o kadar tuhaftır:
`İtalyanlar gerçek trafik canavarları!' der biri.. Bunun üzerine öteki,
`Evet, aynı fikirdeyim' demez;
`Fransızlar daha beter!' der.
...Kadınların çoğu göğüslerinden hoşnut değildir. Ya çok küçük, ya da çok büyük olduğunu düşünürler. İdeal ölçülere sahip kadınlar bile biçimlerinden şikayet ederler. Kadınlar göğüslerinden hoşnut olmamayı çok erken öğrenirler. Ama bu, erkek arkadaşları sayesinde değil, diğer kadınlar sayesinde olur. Çünkü erkekler bütün göğüsleri beğenir!..
...Erkekler öfkelenir. Eğer arabanın motoru çalışmıyorsa ya da trafikte sıkışıp kalmışlarsa öfkelenmeye başlarlar. Bu çaresizliktendir. Erkekler becerilere önem verir: Arabalar çalışmalı, makineler işlemelidir. Teknik herşeyin üstesinden gelir.
.. Kadınlar öfkelenmez, mızmızlanır. Bu bir mücadele sporudur. Rakip ise bir erkektir. Kadınlara göre elektronik aletlerle kavga etmek, kendisi gibi bir insanla kavga etmek kadar eğlenceli değildir.
...Kavga kadın işidir. Erkekler bundan anlamaz. Bir erkek öfkelendiğinde küfür eder, susar ya da döver. Bu elbette pek incelikli bir davranış biçimi değildir. Erkekler kavgayı kaldıramazlar. Sürtüşmek onlara daha ilginç gelir. ...(Kavga konusunda:) Aslında hata kendilerinde.. (erkeklerde..) Çünkü korkularını asla ifade etmezler. Bu yüzden de.. dıştan görünen yanıltıcı sükunet, kadını işi daha sıkı ele almaya kışkırtır: Gözyaşlarıyla, hakaretlerle, yakınmalarla erkeğin içinde ne varsa ortaya çıkarırız. Böylece haince emellerimize ulaşmış sayılırız.
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr