Yüz kadar Amerikan askeri, cuma günü saat 14.00 sıralarında Süleymaniye’de görevli 3 subay ve 8 astsubayımızla birlikte bazı sivil personeli yaka paça derdest ediyor. Olay Ankara’da duyulduğu halde programlar aksamıyor, Başbakan Samsun’a açılışa, Dışişleri Bakanı Kayseri’ye mantı yemeye gidiyor.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, olayın üzerinden neredeyse yarım gün geçtikten sonra ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’a telefonla ulaşabiliyor. Ancak dişe dokunur bir yanıt alamıyor.
Cumartesi günü, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın, olay çok çirkindir, kabul edilemez, türünden demeçleriyle geçiyor. Başbakan’ın "üç askerimiz serbest bırakıldı" müjdesini Dışişleri yalanlıyor...
Ve pazar günü... Olayın üzerinden 48 saat geçmiş, Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkan Yardımcısı Cheney’le görüştüğünü müjdeliyor. Aynı günün gecesi, askerlerimiz yaklaşık 60 saat süren esaretten sonra serbest bırakılıyor.
AKP çevrelerinden "Askerlerimiz esir alınmıştı, Tayyip Bey telefon açtı kurtardı" gibisinden hikâyeler yayılıyor.
İlişkilerin bu düzeye gelmesine Tayyip ve Gül beylerin ikinci tezkere öncesi ve sonrasında sürekli yalpalayan, TBMM kararı arkasında duramayan, sürekli aşağıdan alan politikalarının sebep olduğu ise nedense hiç dile getirilmiyor.
İnsanlar başkaları tarafından hatırlandıkları sürece ölmemişler demektir.
"...Bu şehir üstüne ne diyor, ne yazıyorsam kendim için değildir. Ya kimin içindir peki?
Önce bu kadim sevgilinin kendisi içindir.
Camisi yıkılmış mihrabı kalmış o afetin bakıyesi içindir.
Sonra, onun içinde yaşayan eski - yeni hemşehrileri içindir. İçinde yaşadıkları diyarı bilen, bilmeyen, bütün insanların hayrına olsun, onlar biraz daha mutlu biraz daha sağlıklı yaşasınlar diyedir...
O yüzden sakın ola ki kimse üzerine alınmaya, gocunmaya, hiddet ve nefret duymaya. Kimseye garezim yok. Çıkar tellerine dokunursam, o da saffetime verilip bağışlanasım gerekir.
Nasıl olsa hepsi - hepsi ‘su üstüne nakış’ tır ya..."
Stratejik ortağımızın stratejik oyuncağı olmayalım sakın...
ATO Başkanı Sinan Aygün: İki kişiden biri yolsuzluk müfettişi olmalı, demiş.
Aklımıza eski bir Sovyet fıkrası geldi.
İki Rus yolda yürürken biri diğerine:
- Biliyor musun Sovyetler’de her iki kişiden biri gizli ajanmış, diyor.
Öteki:
- O zaman hadi bana eyvallah, diyerek oradan koşar adım uzaklaşıyor...
Sevgili dostumuz Çelik Gülersoy İstanbul’u ve Türkiye’yi öksüz bıraktı, hiç umulmadık bir zamanda aramızdan ayrılıverdi... Onu bekleyen sonsuzlukta o çok özlediği eski İstanbul’un ruhuyla buluşmuş olmalıdır...
Çelik Bey’le son olarak Yalçın Pekşen ve Necati Doğru ile birlikte Fenerbahçe’de oturmuş, sağdan soldan, Türkiye’den, İstanbul’dan söz etmiştik. Çelik Bey’in sadece gözünden bir şikâyeti vardı. Pankreas kanserinden ne bize söz etmişti, ne diğer dostlarına. Meğer kendisinin de bu menhus olaydan haberi yokmuş... Turing Otomobil Kurumu Yönetim Kurulu’ndan Doktor Kemal Altınkaş’ın dün verdiği bilgiye göre, son bir ay içinde şekerinin yükseldiği, akciğerinin su topladığı fark edilmiş. Çekilen tomografide pankreasta tümör ve bütün vücudu saran kanser ortaya çıkmış...
Ancak durum kendisine söylenmemiş...
Rahmetlinin doktorlara ve tıbba karşı bir alerjisi olduğu gibi... Geçmişte ağzından çıkan "O kötü hastalığa yakalanırsam tek kurşunla işimi bitiririm" sözü de çevresindekileri caydırmış anladığımız kadarıyla... Cumartesi gecesi Büyükada’da ciğerleri yeniden su toplayınca fenalaşmış, Ada’dan İstanbul’a getirilişi son yolculuğu olmuş aynı zamanda. Sevenlerinin tek tesellisi hayattan hiç acı çekmeden ayrılmış olmasıydı...
Çelik Bey, olağanüstü yaradılışta bir insandı. Bir adam bir şehir için ne yapabilirse onun kat be kat çoğunu yaptı... İstanbul’un ölmekte olan ruhunu, kaybolmakta olan kimliğini canlandırdı. İstanbul’a kazandırdığı eserler, yazdığı kitaplar bu sütunlara sığacak gibi değildir.
Bizlerle İstanbul’dan çok Türkiye’yi konuşurdu.
Ülkenin gidişatını bir Cumhuriyet ve Atatürk hayranı olarak üzüntüyle izlerdi.
Kısa ömründe birkaç ömre sığacak eser bıraktı... Son yolculuğuna o yüzden gönül rahatlığı ve mutluluk içinde çıkmış olmalıdır.
İstanbul var oldukça bu talihsiz kente attığı imzalarla o da var olacaktır.
Üzüntümüzün, sevgi ve saygımızın sözcüklerle ifadesi mümkün değil...
İyi ki yaşadı, iyi ki onu tanımak mutluluğuna ve onuruna eriştik...
Hükümet yoksulların geçimini sağlaması için koyun ve inek dağıtacakmış. İyi de yoksulların sayısı koyun ve ineklerden daha fazla...