Gazeteciler Cemiyeti'nce yayımlanan Bizim Gazete'de Leyla İsmier, zekasını "kapkaç" konularda değerlendirme ustası bir vatandaşın hikayesini anlatıyor. Kapalıçarşı'da bir kuyumcu dükkanında geçen hikaye, ayniyle vaki... Özetle:
      Adam dükkana ilk gelişte 3 - 5 Cumhuriyet altını satın almak istediğini söyler. Cebindeki para kadar altını dizerler önüne. Adam büyükçe bir kumbara çıkarır; "Kumbarada biriktirmeyi severim!" deyip altınları doldurur. Birkaç gün sonra yine elinde kumbarayla çıkar gelir adam. Bu defa daha büyük bir yatırım yapacağını söylemektedir. 15'e yakın altının parasını öder, kumbaraya doldurur, gider. Üçüncü gelişte artık "hatırlı" müşteridir. İkram edilen kahveyi keyifle yudumlarken siparişini de verir:
     Â- 100 cumhuriyet altını lütfen!
      Tezgahtar çil altınları kumbaraya doldurur tek tek. Bu defa nakit ödeme yerine çek yazar adam.
     Â- Ben bekleyeyim de, der, sizin çocuk gidip bankada bozduruversin.
     ÂÇocuk gider. 10 dakika sonra "Abi karşılığı yokmuÅŸ, ödemediler" diye gelir. Adam küplere biner. Bizzat gidip hesap sormaya karar verir. Çantadan kumbarayı çıkarır;
     Â- Bu sizde kalsın. 10 dakikada gelirim. Gidip canlarına okuyayım ÅŸunların! diyerek tezgahın üzerine bırakır ve çıkar...
      Sonra?... Çantada içi bozuk para dolu ikinci bir kumbara bulunduğunu... Adamın da o günden sonra ortada görünmediğini söylemeye gerek var mı?
      Siyasi Partiler geçmişte parti programının, parti örgütünün, seçmenin ve ülke çıkarlarının gösterdiği doğrultuda hareket eder, yönlerini bu parametrelere göre tayin ederlerdi. Durum değişti. Şimdi siyaset, partinin ve liderinin küçük hesaplarına göre yönleniyor. Halk koyun sürüsü... Nasıl olsa siyaset 5 partiye kilitlenmiş. Seçmen o partiden kaçarsa ötekinin, ötekinden kaçarsa berikinin kucağına düşecek. Öyle olunca partilerin seçmeni ve ülkeyi iplemesine gerek kalmıyor. Kendi ilkelerini bile bir kenara attılar. Küçük çıkarları için her türlü rezilliğe başvurabiliyorlar. Kimi Yüce Divan korkusuyla... Kimi birkaç ay iktidar olabilme kaygısıyla... İlkesizliğin çevresinde fır fır dönüyor.
      Ülkeyi ve geleceğinizi bu liderlerin eline bırakacaksınız...
      Yarınlardan hayır bekleyeceksiniz...
      Nasıl olacaksa?
      Sayın Selami Öztürk
      Çadırköy, pardon Kadıköy Belediye Başkanı,
      Sayın Başkan,
      Şu günlerde Kadıköy İskele Meydanı ve çarşı bölgesini şöyle bir dolaşmanızı - eğer kaldırım ve yollara kurulmuş çadırların arasından geçebilirseniz - rica edeceğiz. Biz gelip geçerken Kadıköylü olmaktan utanıyoruz. Bakalım siz eserinizi beğenecek misiniz?
      Bir Kadıköylü
     ÂCan Dündar televizyonda Atatürk'ün hastalığıyla ilgili teÅŸhis farklılıkları olduÄŸunu söylemiÅŸ, ölümünden sonra otopsi yapılmamış olmasına bir soru iÅŸareti koymuÅŸtu. Ä°.Ãœ. Tıp Tarihi Müzesi Müdürü Prof. Arslan TerzioÄŸlu ise teÅŸhis farklılığı olmadığı görüşündeydi. Can Dündar'ın Prof. TerzioÄŸlu'na verdiÄŸi yanıtı yayınladık. Bu defa söz sırası yine Prof. Arslan TerzioÄŸlu'nda...
      "..Sayın Can Dündar'ın televizyon programındaki tarihi ve tıbbi hatalara dair görüşlerime sizin gazetenizde verdiği cevaplar, bizdeki orjinal kaynakları görmeden verilmiş yanlış görüşleri yansıtmaktadır.
      1) Atatürk'ün son hastalığı ve ölümüyle ilgili sıhhatli bir yargıya varmak, şunun bunun beyanlarına dayalı şifahi kaynaklar yerine, o anda Atatürk'ün hastalığında müdavi hekim olanların gün be gün yazdıkları günlük ve ölüm raporu gibi orijinal yazılı kaynaklara dayandığı zaman bilimsel açıdan sağlıklı bir sonuç verir. Ne yazık ki Can Dündar'ın Atatürk'ün ölüm raporu, Atatürk'ün hastalığı ve ölümüyle ilgili, onu tedavi eden hekimlerden Dr. Mehmet Kamil Berk ve Prof. Dr. Akil Muhtar Özden'in tuttuğu günlüklerin bizim Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı'nda bulunan orijinallerini gelip incelemeden, yani bu konuda en sıhhatli orijinal kaynakları görmeden, bizim bu kaynaklara dayalı iddialarımızı reddetmeye hakkı yoktur.
      2) Atatürk'ün "Cirrhose" teşhisi hususunu, bizdeki bu orijinal kaynaklara göre Türk ve yabancı hekimlerin ortak teşhislerinin alkole bağlı karaciğer Cirrhose'u olması ve hastalığın seyri ile uygulanan tedaviler doğrulamaktadır. Şöyle ki:
      - 1938 yılı başlarında Atatürk'ün bazı şikayetleri üzerine yapılan klinik muayeneden, karaciğerin palpationla ele geldiği tespit ediliyor.
      Karaciğer'in "palpable" olması, bir hypertrophique "Cirrhose" teşhisini ortaya atmıştır.
      Oysa, Karaciğer eğer ileri derecede sertleşmiş bir durumda olursa, atrofik bile olsa sert bir şekilde ele gelir. Bu, Cirrhose'un hypertrophique olduğuna delalet etmez! Yani konulan teşhis, atrofik Laennec Cirrhose'u olur.
      - Ascite'in mevcudiyeti, Ethylique Cirrhose'da görülen bir bulgudur.
      Sebepleri;
      a) İleri derecede Hypertension portale,
      b) Hypoprotheinemie,
      c) Toxique tesirleri.
      Esasen muayene etmiş olan Avrupalı profesörlerin teşhisi de, atrofik karaciğer Cirrhose'u yönünde olup sebep olarak alkol gösterilmiştir.
      Bu hususta artık hiçbir şüphe yoktur. Yapılan diğer teşhis yakıştırmaları birer spekülasyondan ibarettir.
      Sonuç olarak, yabancı ve Türk hekimler, alkole bağlı karaciğer Cirrhose'u teşhisi konusunda aynı fikirde olduklarından Atatürk'ün vefatında bir otopsiye gerek görülmemişti.
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr