Melih AŞIK
Beyin Araştırmaları ve Sinir Bilimleri Derneği "Beyin Haftası" nedeniyle
"Beynimi Niçin Severim" konulu kompozisyon yarışması düzenledi. Birinciliği 2 bine yakın öğrenci arasından Şırnak - Silopi'den 12 yaşındaki
Mahmut Basutçu kazandı. Basutçu'nun yazısını birlikte okuyalım:
...Beynimi satabilir miyim?.. İnsanların böbreklerini, kanını sattığı bir pazarda ben beynimi ortaya koyup;
- Alın size varlığımı yöneten, davranışlarıma yön veren, bana toplum içinde saygınlık kazandıran, usumun, kalbimin, elimin, ayağımın yöneticisi, bunun da ötesinde varlığımım özeti beynimi satıyorum, ne dersiniz ağalar, beyler?.. desem pazarlığı hangi fiyattan yapardım acaba!?..
En büyük parayı bizim köyün delisi
Mehmet Amca verirdi herhalde...
Mehmet Amca'nın biz çocukları güldüren uygunsuz hareketleri vardı. Olur olmaz yerde bağırır; sonra kendi kendine güler ve hiç olmayacak yerde ağlardı. Okuldaki öğretmenlerimden duyduğuma göre dahilikle delilik arasında çok ince bir fark varmış. Onun için akıllı insanların veremeyeceği bedeli O verir diye düşünüyorum.
Ya ben!
"Beyinsiz Mahmut" olmaya razı olabilir miyim?..
Yooo, ağalar beyler. Bütün fukaralığı yıkacak dünyaların servetini ortaya koysanız bile ben o organ pazarının kenarından bile geçmem. Çünkü ben beynimi seviyorum. Hem de köyümün
Ali'lerinin,
İbo'larının gözlerinin önünden gitmeyen
Ayşe'lerinden,
Zeyno'larından daha çok seviyorum. Sevmek de ne demek? Ben beynime aşığım. Hayatta her zorluğu onunla aştım. Köy maçlarında en olmayacak pozisyonlarda golleri onunla attım. Anadolu Liselerini onunla kazandım. Gerçi babam göndermedi, ama olsun... Büyüklerimin,
"Bu çocuğun bakışları çok zekice" demesi bana ayrı bir mutluluk veriyor.
Hayatımın en büyük serveti, biricik mutluluk kaynağım; beynim. Aşkım. Herşeyim. Ne olur almayın onu benden. Ben istesem de...
Hikayeyi ünlü Readers Digest Dergisi'nde okuduk...
Anlatan
İan Greig adlı bir Amerikalı.
Bu Amerikalı İstanbul'dan (hangi havayolu olduğunu belirtmemiş) Frankfurt'a uçacak. Havaalanına gelmiş. Bankodaki görevli:
- Efendim uçağınız 24 saat rötarlı, demez mi?
Canı sıkılmış Amerikalının... Öfkelenmiş. Tam patlayacak...
Bankodaki görevli gülümseyerek:
- Size dünkü uçaktan bir yer vereyim, demiş,
o daha kalkmadı...
Yıldız Parkı'ndaki Çadır Köşkü'nün önünden geçen okurumuz
Nusret Selen birkaç yıl öncesine göre farklı bir görüntüyü saptamış:
- Çadır Köşkü'nün duvarında eskiden "Mithat
Paşa sürgüne ve öldürülmeye gönderilmeden önce bu Köşk'te hapsedilmişti" şeklinde bir plaket asılıydı. Kaldırmışlar. Acaba tarihi tahrif ederek ederek Abdülhamit'
i şirin göstermeyi mi deniyorlar? Yoksa bunun bilmediğimiz bir sebebi mi var?..
"Muhtıra gibi" gecesi
Mesut Yılmaz'ı dinliyoruz... Gözlerimiz kapalı...
- Komutanların bildirisi çok demokratik, diyor,
hatta biraz geç kaldı bile diyebilirim...
- Ayrıca biraz daha da sert olmalıydı!.. diyecek neredeyse.. Demiyor...
Hayat derslerle dolu elbet...
Evcilik oynarken hamile kalan kızlar vardır. Demek sessiz film oynarken de çok dikkatli olmak gerekiyor. Bakınız Tiflis'te üç gazeteciyle oynanan sessiz sinema neler açtı Türkiye'nin başına...
Mesut Bey kabahate başka adres arıyor tabii...
Hükümet - Ordu kavgası meğer muhalefet liderleri ve basının eseriymiş. Basının bütün yazdıkları palavraymış!..
Peki ya Tiflis'teki otel odasında gazetecilerle sessiz film oynadığı?..
Nihayet onu itiraf ediyor
Mesut Bey...
"Bir şaka"ymış o da... Şakaya bakın hele...
"İrtica konusunda en az komutanlar kadar hassasım" diyor.
Ancak... Komutanlardan farkını üzerine basa basa tekrarlıyor:
- Kimse benim terör ve irticaya karşı mücadelede demokrasi ve hukuk dışına çıkmamı beklemesin...
Çok güzel... Güzel de... Örneğin işkence söylentileri Manisa'dan Meksika'ya bütün dünyayı ayağa kaldırırken siz
Mesut Bey'in tek bir işkenceci polis hakkında idari soruşturma açtırdığını duydunuz mu?..
Yoksa hukuk ve demokrasi sadece irticanın üzerine gidileceği zaman mı hatıra geliyor.
Mesut Bey türban konusunda rektörlerden tamamen farklı düşünüyor. Bambaşka şeyler söylüyor. Mesela:
- Bazı öğrenciler ideolojik amaçlı ama, diyor,
eğer onların üzerine gidersek geleneklere uyarak başlarını örten kız öğrencileri de rencide ederiz...
Öğreniyoruz ki... Üniversitede çoğunluk, türbanı geleneklere olan saygısından takıyormuş!
Türban bütün bu tartışmaların küçük bir parçası aslında... Önemli olan genel bakış...
Mesut Bey genel bakışını ANAP Grubu'nda çok net ortaya koymuştu:
- Ben orduya irticayla mücadele görevi vermedim...
Ordu bu genel bakışa şu yanıtı verdi:
- Hiç kimse kişisel menfaatleri ve siyasi ihtirasları uğruna... Orduyu bölücü ve irticai geleşmelere karşı mücadele azminden vazgeçiremez...
Mesut Yılmaz ve onun trombon sesli kimi sözcüleri günlerdir Fazilet Partisi'nden övgüler alarak irticanın sesi gibi konuşuyorlardı. Biri şunu bile dedi:
- Asker ve sivil birtakım insanlar irtica ile mücadele görüntüsü altında İslam'a savaş açtılar...
Sonuçta kötü bir noktaya geldik.
Erbakan orduyu siyasetin içine çekmişti.
Mesut Bey'in diş macununu biraz olsun geriye itmesi beklenirken Hazret tüpü biraz daha sıktı. Öte yanda da irticanın siyasi partilerin elini kolunu bağladığı ve onları Ordu'ya karşı kendi yanına çektiği gözleniyor ki... Neresinden bakarsanız tatsız...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr