Melih AŞIK
Hep
Süleyman Demirel başkaları hakkında fıkra anlatacak değil ya... Aşağıdaki fıkra da Cumhurbaşkanı
Demirel hakkında anlatıldı...
Kümesin horozu ihtiyarlamış, artık iş (!) göremez hale gelmiş... Kümesin sahibi de bunun üzerine tutmuş, genç bir horoz satın almış. Genç horoz, mağrur bir edayla adımını kümesten içeriye tam atmış ki, yaşlı horoz önüne çıkmış.
- Bak demiş,
artık benim dönemim sona erdi. Bunu ben de kabul ediyorum. Bundan sonra bu kümesin kralı sensin ve benim yerimi sen alacaksın. Gel şu devir - teslim işlemini benim gururumu incitmeden yapalım!
Genç horoz, nasıl yani, deyince, yaşlı horoz devam etmiş:
- Seninle yüz metrelik bir yarış yapalım. Nasıl olsa sen kazanacaksın... Ama sonuçta, sen yarışı kazanmış biri olarak bu kümesin başına geçersen tavuklar nezdindeki itibarın daha da artar.
Yanıt olumlu olunca yaşlı horoz;
- Ama senden bir ufak ricam daha var, diye ilave etmiş,
bana bu yarışta üç - beş metre avans tanıyacaksın. Yani koşuya ben biraz önden başlayacağım.
Ve tavukların önünde yarış başlamış. Tam o sırada kümesin sahibi manzarayı görmesin mi? Elindeki tüfeğin tetiğine davranmış;
- Ulan bu horoz sapık çıktı! diyerek genç horozu vurup öldürmüş.
Fıkrayı ANAP Kocaeli milletvekili
Hayrettin Uzun anlattı, yorumunu da kendisi yaptı:
"Baba, aynen fıkradaki yaşlı horoz gibi, `Benim işim bitti'
diyerek genç liderlere önce avans verdiriyor, sonra da hepsini birilerine teker teker temizlettiriyor!"
Fıkra Japonya'dan...
Ünlü bir bilim adamı özel otomobiliyle konferans vermeye giderken, uzun yıllardır onunla çalışan şoförü sıkılarak bir teklifte bulunmuş:
- Sizin konferanslarınızı dinleye dinleye virgülüne kadar ezberledim efendim, demiş,
ne olur izin verin bu konferansı da sizin yerinize ben vereyim...
Bilim adamı öneriyi kabul etmiş. Şoför arka koltuğa geçmiş. Bilim adamı şoförün şapkasını giyip öne oturmuş. Konferansın verileceği salona varmışlar. Şoför kürsüye çıkmış, hiç teklemeden çok güzel bir konuşma yapmış. Ve sormuş:
- Sorusu olan var mı?
Ülkenin ciddi bilim adamlarından biri
"var" demiş ve oldukça zor bir soru sormuş. Şoför hiç tereddüt etmeden:
- Çok kolay bir soru bu, demiş,
şoförüm bile bilir. Gidip çağırayım, sizin sorunuzu o yanıtlasın...
Bayram sabahları el öperdik.
Ya bir şeker olurdu armağanımız, ya mendil içinde harçlık.
Kuru incir içine ceviz koyar, küçük ellerimizle,
Yafa portakalları soyardık yerli malı haftalarında.
Berberlerde
"Akbaba" okunur, kayışlarda çelik usturalar bilenirdi.
Arap Mabel çiğner, topaç çevirirdik sıcak öğle sonraları.
Koskoca balina küçücük yakaya nasıl girerdi bir türlü anlayamazdık.
Çözemezdik sihrini masmavi çivitle bembeyaz çamaşır yıkamanın.
Radyo dinlerdik. Ufkumuz genişlerdi.
"Bak Bak" Yüksek Kaldırım'daydı bilirdik.
Hayat Mecmuası'nda
Hikmet Feridun Es'le birlikte dünyayı dolaşırdık, pasaportsuz, vizesiz.
Türkiye'de 67 il vardı.
Zonguldak'ta noktayı koyardık.
İş Bankası kumbaraları ilk tasarruftu, ilk mülkiyet.
Konkensiz kadın günleri yaşanırdı. El işi dantelalar örülürken
İnce belli bardaklarda içilirdi çaylar...
Yemek; beyaz masa örtülerinin üzerinde porselen tabaklarda yenilirdi.
Komşu sadece dilde değil yürekte de vardı. Evin küçük kızı komşuya gönderilir,
"Bir maniniz yoksa, annemler bu akşam size gelecek" denirdi.
Lacivert yaz akşamlarında açık hava sinemalarına
"maaile" gidilirdi.
İnsanlar daha mı az yorgundu ne? Otobüslerde büyüklere yer verilirdi.
Tekel birası ve Bafra Maden delikanlılığa ilk merhabaydı.
Likör müydü ikram edilen, zarif kristal kadehlerde? Akide şekercilerimiz, macuncularımız. Hacı Bekir ve mahdumları şimdi nerede?
Yenice sigarasının ara kağıdında yapılırdı aylık bütçeler.
Kahve yüz gram alınırdı, her dem taze.
Kuruş bir değerdi.
"1 Lira" vardı.
İskele meydanlarına ıstakoz sepeti ve çiroz asılırdı.
Her kış öncesi evlerde reçeller yapılır, turşular basılırdı.
"Job" kullanırdı,
"Nacet" kullanmayanlarımız.
Siyah okul önlükleri, beyaz kolalı yakalar geceden ütülenirdi.
Sokak aralarında patates, soğan çığlıkları yerine yoğurtçu çıngırakları duyulurdu.
Ezanı hoparlörden dinlemez, dokuz kez düşünmeden söz söylemezdik.
Toprağı saksıda değil, arsada ve bahçelerde tanırlardı.
Çevre örgütleri boy göstermemişti henüz, çünkü çevre yokolmamıştı.
10 Kasım'larda gazeteler siyah manşetle çıkar, fabrikalar sirenlerini çalardı. Anayurt dört bir yandan çelik ağlarla örülürdü.
Ankara'yı ziyaret eden dostlar Anıtkabir'e götürülürdü. Bildiğimiz en gizli şey gizli pençe, konuştuğumuz dil Türkçe idi. Fener alayları yapılırdı cadde cadde, sokak sokak.
Göğsümüz Cumhuriyetin tunç siperiydi. Milletvekilleri milletin vekiliydi.
Yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye o dünyadaki yerini alacaktı.
İnanmıştık, inanırdık.
Geleceği, geçmişten kopmadan kuracağımızı sanırdık.
Düne kadar...
Yaşadığımız binlerce gerçek ve kurduğumuz binlerce düş vardı.
Nerdeee o eski bayramlar?
(Eski bayramlar deyince yazarı belli olmayan yukardaki satırlar gelir aklımıza. Hoş değil mi?)
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr