Gazetelerimizde "Türkiye, AB’ye aday 12 ülkeden daha önde..." şeklinde haberler yayımlanıyor. Okurumuz Mete Özgürel bu haberlerin mantıklı bir temele oturmadığını yazıyor notunda ve şunları söylüyor:
...Ekonomi olarak büyüklükse Suudi Arabistan’ın bizden daha büyük ekonomisi var!
Nüfus büyüklüğü ise Pakistan’ın bizden çok nüfusu var!
Nüfus gençliği ise Bangladeş’in bizden daha genç nüfusu var...
Bu ülkeler Avrupa Birliği’ne aday diyebilir miyiz?
O kötü Doğu Avrupa ülkelerini şöyle bir turlayın...
Ekonomik potansiyelleri Türkiye’den geri bile olsa: İnsanların hukuk sistemlerine guveninin bizden fazla olduğunu, sağlık hizmetlerinin standardının daha iyi olduğunu, eğitimlerinin daha iyi oldugunu, üniversite okumuşların işsiz dolaşmadığını, polislerinden bizim halkımız kadar korkmadıklarını, ülkelerinin kuzeyiyle güneyi doğusuyla batısı arasındaki ekonomik ve sosyal farkların bizdeki gibi olmadığını göreceksiniz.
En önemlisi; bu ülkelerdeki nüfusun tamamının Avrupalı gibi yaşamak istediğini göreceksiniz...
Avrupa ile bir arada yaşamak yerine Avrupa’yı kendine uydurmayı hayal eden insanlar da göremezsiniz o ülkelerde...
Atatürk, "Cumhuriyeti biz kurduk, sizler batıracaksınız" demedi, "yaşatacaksınız" dedi...
Gazetecinin çok sayıda tanımı vardır. En basit tanımı "hayatını gazetecilikten kazanan kişi"dir. Doğan Tılıç bir toplantıda "gazeteci"nin anlamını en iyi tanımlayan dilin Yunanca olduğunu söylemişti:
- Dimosyagrafus, Yunanca gazeteci demek... Anlamı ise... Halkı ilgilendiren şeyleri halk için yazan kişi, oluyor....
Günümüzde Türkiye’de kimi gazeteciler siyaset mimarlığına soyunmuş durumda. Bazısı da Türkiye’yi yönetmeye soyunmuş. Üstelik kötü yönetiyor.
Oysa gazeteci neymiş? Sadece "yazan kişi"!
Meclis’te dün okunan Hükümet Programı’nda: "Yolsuzluğun önlenmesinde temel öncelik siyasetin ve kamu yönetiminin yolsuzluktan arındırılması olacaktır" deniyor...
Siyasetin yolsuzluktan arındırılması için öncelikle ne yapılır?
Tabii ki milletvekili dokunulmazlığı kaldırılır.
Nitekim Recep Tayyip Erdoğan televizyon ekranında Deniz Baykal’la tartışırken dokunulmazlıkların kaldırılacağı sözünü verdi.
Ancak AKP’nin dün okunan Hükümet programında bu konudan bahis yok.
Jet Fadıl’ın dokunulmazlığı kaldırılıp hamamın namusu kurtarılacak, diğer yargılananlar dokunulmazlık zırhı içinde yargıdan kaçırılacak.
Bu arada inanılır gibi değil ama...
AKP "seçim bildirgesi"nde verdiği kimi yazılı sözlerden de dönmüş.
Mesela... Seçim programında yer alan şu vaatler Hükümet programında yok:
Yolsuzluklarla mücadele için kapsamlı bir program hazırlanıp derhal uygulamaya konulacaktır.
Yolsuzlukların önlenmesi, tespiti ve soruşturulmasında görev alacak tüm kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlayacak bir birim kurulacak...
Kamu Yönetimindeki yolsuzluklarla mücadele için ilgili başsavcılıkların yetkileri artırılacaktır.
Tüm kurum ve kuruluşlarda yolsuzlukları izlemek üzere özel birimler kurulacaktır.
Maliye Bakanlığı, kamu görevlileri tarafından yapılan mal bildirimlerinin doğruluğunu araştıracak bir sistem oluşturacaktır.
Bu maddeler de Hükümet programında ıskalanmış. Program yuvarlatılmış. Belli ki yolsuzlukla mücadeleye niyet yok... Dürüstlük gösterisi türban sömürüsünden ibaret kalacak.
Gece geç vakit, kar maskeli hırsız iyi giyimli zengin görünüşlü adamın yolunu kesmiş ve tabancasını çekip bağırmış:
- Ver paralarını!
Adam, kendinden emin cevap vermiş:
- Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben parlamento üyesiyim...
- O zaman, demiş hırsız, ver paralarımı!"
Semerkantlı bir terzinin dükkânı kentin kapısına yakın, mezarlığa giden yolun hemen başındaymış. Ve bu terzi ne zaman önünden bir cenaze geçse, çiviye asılmış çanağa bir çakıl taşı atar, akşam da taşları sayarak o gün kaç kişinin öldüğünü öğrenirmiş. Bir gün bu terzi de ölmüş. Bir müşterisi gelip yanındaki komşuya terziyi sorunca adam demiş ki:
- O da ötekiler gibi çanağa düştü...